Tunceli İli Mazgirt İlçesi Kupik (Gelincik) Köyü Resmi Web Sitesi [Hun Bî Xêratin]Dersimli.h uy
  Dersimli Sanatçılar/Siyasiler/Ünlüler
 
Mikail Aslan




Albümler ;

) Miraz 2005

) Kilite Kou / Dağların Anahtarı 2003

) Agerayis 2000

) ZERNKUT / SiMYA 2008


Biografi ;

Mikail Aslan 1972 de Dersim (Hozat) de doğdu.On yaşına geldiğinde ailesi ile birlikte Kayseri’ye zorunlu olarak göç etti. Lise öğrenimini burada tamamladıktan sonra Malatya İnönü Üniversitesinde Matematik okumaya başladı (1991). İki yıllık bir eğitimden sonra politik nedenlerden dolayı okuldan uzaklaştırılınca, hayatına profösyonel anlamda müzik ile yön vermeye karar verdi. Çocukluk yıllarından beri Bağlama ile uğraşan Mikail Aslan, İlk bestelerini Malatya da okuduğu dönemlerde yazar. Yeni kuşak dersimliler belleğinde kaybolan bir hafızanın tekrardan canlanmasında anahtar rolü oynayan Dayika ma, Şuwara Dersımİ vb. besteleri ilk olarak sanatçının kurulus döneminde de içinde bulunduğu Grup Munzur ve Grup Tohum gibi gruplarda seslendirildi. 1995 yılında zorunlu olarak Almanya ya yerleşti. 1999 da yıllardan beridir kendi ana dilinde solo bir albüm yapma arzusu Agereyis (Dönüş) ile hayat buldu.

2000 yılında kendi müziğini avrupa sahnelerine taşımak için jazz geleneğinden gelen iki Alman müzisyen Michael Weil ve Dieter Schmalzried ile beraber Mikail Aslan Ensemle sini kurdu. Daha sonra aynı müzisyenler Klänge Von Euphrat (Fırat dan Tınılar) projesini hayata geçirerek Avrupa nın çeşitli kentlerinde sahneledi. Projenin otantik yönünü güçlendirmek içinde Cemil Koçgün (Bağlama), Yasin Boyraz (Kaval), Zafer Küçük (Mey) gibi yeni müzisyenler topluluğa ilave edildi. Sanatçı bu proje ile otantik müziğini yeniden işleyip orjinal dokuyu temel alarak özellile enstrümantal anlamda sınırları genişletmeye çalıştı.Remayise Munzuri eseri böyle bir arayış sonucunda ortaya çıktı.

2001 Mainz kentinde İki yıllık hazırlıkdan sonra Peter Cornelius Konservatorium da sınavı kazanarak Klasik Gitar öğretmenliğini okumaya başlayan Mikail Aslan, yan ensrtrument olarak da Saksafonu seçti.

Agerayis ile yönünü belirledikten sonra geldigi coğrafyanın tarih, mitoloji ve kimliğini işleyen Kilite Kou (Dağların Anahtarı) albümünü 2003 yılında çıkardı. Bu Albüm Dersim Otantik Müziği açısından önemli bir noktayı temsil ediyordu.

2005 Nisan ayında uzun zamandır hayalini kurduğu, otantik müziğini Senfoni Orkestrası ile buluşturma fikrini hayata geçirdi. Connections - Remayıse Munzuri adlı eser Alman Komponist Gerhard Fischer-Münster ile beraber işlenip, Beethoven ve Bach ın eserleri ile beraber sergilendi. Alman basınında büyük ilgi gören bu eser, çeşitli Radio ve TV de de yayınlandı. Bu dönemlerde okuduğu okuldan mezun olan Mikail Aslan, Temmuz ayında Miraz (Maya) adlı albümünü tamamladı. Geçmiş kuşaklardan otantik dokusunu miras olarak alıp bunu diger müzik gelenekleriyle bağlantısını kuran Mikail Aslan, her ne akımdan olursa olsun bireysel bir kimlik oluşumundan sonra dünyanın bütün muzikal tınılarının yanyana işlenebileceğini gösteriyor bu albümünde.

Bu çalışmaları dışında ayrıca iki belgesel filmin de müziğini yaptı. Barbara Trottnow tarafından yapılan bu filmler ZDF, arte, 3sat gibi TV lerde yayınlandı
.

Mikail Aslan Ya Hızır




AHMET ASLAN



Albümler;

- Veyve Milaketo ( Meleklerin dansı )

- Wa u Waxt (Wind Und Zeit) / Rüzgar ve Zaman


Biyografi ;

Kendim olduğumu anlamam sadece köydeki çocukluk yıllarımdaydı.Nüfüs kütüğüne kayıt olduğumda beş yaşındaydım.Okula başladığımda zorla ögretilip bana ayit olmayan olgulardan makanımı kaybettim.

Okulda başarılı olduğum tek ders sadece Resim dersiydi.Belkide kaybettiğim kendimi tablolarda kalıcı hale getirrim diye düşünmüştüm.Tablolarımın birinde bulduğum şey tam kendim olmasamda bulduğum tek şey Türkie'de Resimde birinci olmamdı.Onları babamın yakıp üstünde keyifle çay ve sigara içmesini seyretmekle kaybettim.

Lisede Tanbur (Baglama-Saz) ile kendimi yeniden aramaya başladım.Tambur çalmakla her ne kadar sevgililerim tarafından horlanıp Ağustos Böcegine benzetildiysem'de , onlarda beni kaybetti.

Sonra sazımla beraber beni aramaya başladık...

Diyarbekir derken İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarına çıktık,derken her yerde beni aradık.Sonra Almanya'ya gelincebenle sazım birbirimizi kaybettik.

Daha sonra gitarla tanıştım oda beni eski dostum sazımla buluşturdu.Ben tambur ve gitar.Üçümüzden çıkan tınılarla yaşamın (m.ö) 3000 yıl öncesiyle ilişkili olduğunu anladım.Bana ögretilenler beni hala yanıltıyor.

Acaba tarih ğerçekten sıfır konulan yerde mi başlıyor.?Sıfırı doğru yerde koymuşlarmı.?


Duzeğe Xarpeti




Zelemele



Albümler ;

-Munzuro

-Ameyme

-Şele


Ne zaman dogdugumu hatirlamiyorum ama oyunlarimin darbeyle (12 Eylül 1980 Askeri Cunta) bölündügünü hatirliyorum. Ancak, kayitlara 01.04.1975 tarihinde dogdu diye gecilmis“ diyor Mehmet Ali Güler.

Kendisine zorla olmasa da (sonradan güzel siirler yazacagi) bir dil (Türkce) ögretilirken; ama zorla kendisine ait olan (ve sonradan yeniden ögrenecegi ve besteler yapip güzel siirler yazacagi) bir dil de (Kirmancki) unutturuluyordu.

Ilk konserini ilkokula basladigi gün babasinin is arkadaslarina verdi. Okulda, arkadas ve akraba toplantilarinda hep sarkilar söylettirilirdi kendisine. Ancak, ilkokul ikinci sinifta arkadaslariyla oyun oynarken ger#cirdigi bir kaza sonucu burnu kirildi.
Artik sesi güzel cikmiyordu ve engelli cikiyordu. Bu da artik onun akraba ve arkadas ortamlarinda onun sarkilar okumasina engel olmustu. Artik sadece yalniz kaldigi zamanlarda ve sadece kendisi icin sarkilar okuyordu

„ Ortaokul ücüncü sinifa giderken yillar öncesinden cati katina atilmis ve tek teli kalmis baglamayi eline aldi ve okulda müzik (Blokflüt) derslerinde ögrendigi notalari baglama üzerinde kesfettti ve baglamayi ögrenmeye basladi.
Lise birinci sinif ögrencisi iken arkadaslarinin ve müzik ögretmeninin israriyla 7 yil aradan sonra ilk defa toplum icerisinde bir sarki okudu. Arkadaslari ve ögretmeninin tarafindan begenilmesi onu yeniden müzige heveslendirdi. Artik daha sik ve hemen her otamda cekinmeden sarkilar okumaya basladi.


Bir yil sonra türkce yapmis oldugu siirleri arkadaslar tarafindan begeni toplayacak ve edebiyat ögretmenine sunulacakti. Ve ögretmeni T.S'nin kendisine „siirlerin cok güzel. Cok güzel bir is yapiyorsun. Ancak, anadilinden yaparsan 'kutsal bir is' yapmis olursun“ diye verdigi cevap onun hayatinin gidisatini degistirecek ve onu artik kaybolmaya yüz tutmus bir dil ile bir kültürün pesine düsürecekti. Artik cevresindeki insanlarin kendisiyle dalga gecmelerine, gülmelerine kulak asmayacak ve her seye ragmen cevresindeki yaslilari konusmaya zorlayarak (tabi kendisi de zorlanarak) anadilini yeniden ögrenmeyi basaracakti. Insanlarin kendi dilinden ve kimliginden utandigi o yillarda arkadas grubu icinde, disarida, sokakta, heryerde bu dili konusmada israr edecek ve cocuklari bu dile özendirmek biraz sempatisini kazanmak icin bu dilden besteler yapmaya baslayacakti.


1993 yilinda Eskisehir anadolu üniversitesi Calisma Ekonomisi ve Endüstri Iliskileri bölümünü kazandi. 1995 yilinda 5 arkadasiyla birlikte Grup Diyari kurdu. Türkce, Kirmancki, Kürtce, Lazca, ve Arapca sarkilar seslendiren grup Eskisehir, Afyon, Bilecik, Kütahya`da cesitli etkinlik ve programlarda sahneler aldi. Ancak 1997`de bir cok elemaninin mezun olmasi nedeniyle dagildi.

Yine üniversite yillarinda kendisine türkce yada karisik (Türkce, Kirmancki, Kurdi) repertuarli albüm tekliflerini, varolan politik gruplara katilma tekliflerini ve bestelerinin türkceye cevrilip satilmasi tekliflerini reddetti.


1997 de okudugu bölümden mezun oldu, yine ayni yil ayni üniversitede Pazarama Bilim Dalinda Master programina basladi.

1999`da istanbula yerlesti. Cok kisa süreli olarak iki firmada calisti. Kisa süreli calismalardan sonra istifa etti.

1999 Ekiminde „Sêlê“ isimli ilk albümünü,

2001 Temmuzunda „Ameyme“ (Geldik) isimli ikinci albümünü cikardi. 3. Geleneksel Munzur Festivaline denk gelen bu calismadaki Ameyme isimli sarkisi o yaz festivalin sembolü oldu.

2002`nin 18 Kasiminda ögrenci olarak Almanyaya gitti.

Ögrencilik ve müzik yasaminin yanisira, baglama ve Kirmancki dil kurslari verdi.

2003 Türkiye genel ve yerel secimleri döneminde DEHAP icin bir secim müzigi yapti.

2006 yilinda „Munzur o“ isimli ücüncü albümünü yapti.

Halen Almanyanin Düsseldorf kentinde yasamakta ve Wuppertal kentinde „Bergische Universität“ Ekonomi Bilimi dalinda Master yapmaktadir


ZELEMELE - MUNZURO


Metin Kemal Kahraman




Albümler ;

Çevere Hazaru (Binler Kapısı)

Meyman

Sürela

Ferfecir

Yaşlılar Dersim Türkülerini Söylüyor.

Renklerde yaşamak

Deniz koydum adını



Biyografi ;

Tunceli ilimizin pülümür ilçesinde doğup büyümüş iki müzisyen kardeş.

Sadece metin kahraman grup yorum`un kurucusudur. Orhan emek ve Ali Dağlar ile birlikte ilk önce tiyatro müzikleri yapıp daha sonra sıyrılıp gelen albümünü yaparak grup yorum`un temelini atmışlardır.

Gelki şafaklar tutuşsun isimli 1990 çıkışlı grup yorum albümünden sonra grup yorumdan ayrılıp kardeşi kemal kahraman ile kendi isimleri adı altında kendi özerk gruplarını kurup ait olduğu coğrafyanın yani dersim`in kültürünü, müziğini ve tarihini yaşatacak çalışmalarda bulunmuşlardır.


Metin Memal Kahraman & Dewrano

Yılmaz Çelik



Albümler

Çeke Çeke 1988

Daye Daye 1991

Weyve Weyve 1994

Mezela Seyede mi 1997

Güle yel degdi. 1998

Yaprak aglar dal aglar 1999

Türküler Sevdamız 2 1999

Pirbab 2002

Türküler Sevdamız 3 2005


İnsan Yaşadığı Yere Benzer

Eskilerin "Muzri Togarma" (Munzur Dağları) dedikleri dağ silsilesinin eteğinde Çedagı adında bir köy var. "Gola Vacuğı" (Ovacık Gölü) suları çekildiğinde ay parçası gibi kalakalmış orda öyle.
Efsanesi ta yedi düvele kadar yayılan Kutsal Munzur Çayı bu köyün önünden akıp gider işte. Elinizdeki kayıtta "Sano sano, Uy Tariyo" diyen Yılmaz da oralıdır.

Küçüklüğünü hayal meyal hatırlıyorum Yılmaz'ın. Anamın anlatışına göre, kırmızı soluklu bir ata binip ceviz toplamaya gelirmiş bizim oraya. Kara saçlı kara suratlı bir çocukmuş.
Sonra çığ düşmüş gibi hepimiz bir yere savrulmuşuz ya...O da gurbetçi bir babanın arkasından uzaklara ta Alpler ülkelerine göçmüş. Aslında hiç gidesi yokmuş.
Şimdi düşünüyorum da... Ondan sonra araya ne çok arabi görüntü girmiş. Tutsaklık, savaş, göç!..
Aklıma öldüğünde bir derginin "Bu dünyadan Zaza beyi göçtü" dediği şair Cemal Süreyya'nın anlattıkları geliyor. "Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu."
Bu diaspora hali hepimizin yüreğinde başka başka duyarlılık yol aça dursun, Yılmaz; gittiği her yerde -buna Frenk eli de dahil olmak üzere- kültürünü, kökünü, kedi bıyıklı esmer halkını hiç unutmamış. Her anımsayışta Edip Cansever'in dizeleri gelip belleğinin bir yerine kuruluvermiş.
"İnsan yaşadığı yere benzer"
O yerin suyuna o yerin toprağına benzer
Hasretine, yalanına benzer"
Bu yüzden "PİRBAB" (Soy ağacı) diyor son kasetinde. Bir iz sürücüsü gibi, uslanmayan son serüvenciler gibi kendi köküne yaptığı o yabanıl yolculukta Simurk (Zümrüdü Anka) örneği uçup duruyor. Belli ki; ne dünyaya gözlerini açtığı kutsal çayın kıyısından ne de sözünden vazgeçiyor. Aksine türkülerinde sarf ettiği her söze yüreğinin tüm kederi ve coşkusuyla asılıyor. Bizi kah Kırklar Kapısı'na, kah Xarpet'in (Harput) üzümü bağlarına ve Bilges Yaylasına götürüyor.
Yüreği şen, yolu açık olsun bu kara çocuğun!


Yılmaz Çelik Daye Daye

Aynur Dogan





Albümler;

Nüpel

Keçe Kurdan (Kürt Kızı)


Biyografi

Aynur, 1975 yılında Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde doğdu. İstanbul’da ASM müzik okulunda bağlama ve müzik eğitimi aldı. Begüm Erdem ve Aşkın Metiner’le şan çalıştı. 2002 yılında ilk albümü “SEYİR” yayınlandı. Metin-Kemal Kahraman, Grup Yorum, Lütfü Gültekin, Anjelika Akbar, Orient Expressions gibi müzisyenlerin albümleri ve konser performanslarının yanı sıra televizyon ve sinema filmlerinde vokaliyle yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışında Kürtçe ve Türkçe dinletiler verdi. “Keçe Kurdan” adlı albümü, 2004 yılında Kalan Müzik tarafından yayınlandı.

Yaklaşık bir yıllık bir çalışmanın ürünü olan ve Aykut Gürel, Serdar Ataşer, Kemal Sahir Gürel, Burhan Bayar gibi usta müzisyenlerin düzenlemelerini yaptığı, Aynur’un “Keçe Kurdan” adlı albümü, Kürtçe - Türkçe halk şarkılarını ve yeni besteleri bir araya getirdi. Pek çok usta müzisyenin eşlik ettiği albüm, sıra dışı düzenlemeleriyle dikkat çekti. Oldukça geniş bir ses aralığı olan Aynur’un, şarkıları yorumlarken gösterdiği üstün başarısı yanında, doğaçlama söylediği ezgiler, “Keçe Kurdan”ın müzik meraklılarını derinden etkileyecek çalışma olduğunu gösterdi.

Albümle ilgili Türkiye ve dünya basınında önemli yazılar yer aldı. Albüm, son yıllarda Kürt müziği alanında en çok satan albümlerden birisi oldu. İngiltere’de yayınlanan Folk Roots (fRoots) dergisinin Kasım 2004 sayısına kapak oldu. Dergide yer alan “Yolda bir Kürt” başlıklı yazıda, Aynur’un başarılı çalışması ve geçmişiyle ilgili bilgiler yer aldı. Ayrıca, Türkiye’den Sezen Aksu ve Yunanistan’dan Eleftheria’ya benzetilen Aynur’un, tüm Kürtler için önemli bir star olduğu belirtildi. Bunun yanı sıra İngiltere’de yayımlanan The London Times gezetesinin 21 Mart 2005 tarihli “Türkiye’nin kültürü ve zenginlikleri” adlı ekin kapağında Aynur’un fotoğrafı yer aldı.

Yavuz Turgul’un yönettiği “Gönül Yarası” adlı filmde söylediği Kürtçe halk şarkısıyla büyük bir hayran kitlesine ulaşan Aynur, Türkiye’de çekilen bir filmde, ilk kez bir Kürt halk şarkısını canlı olarak okudu. Aynur, Fatih Akın’ın “İstanbul Hatırası / Köprüyü Geçmek” adlı belgesel filminde de şarkılarıyla yer aldı.

2005 yılı Mayıs ayı içerisinde, Hollanda’nın en iyi nefesli gruplarından birisi olan Nederlands Blazers Ensemble ile birlikte ilki Belçika’da olmak üzere altı konser veren Aynur, Hollanda’nın değişik kentlerinde gerçekleştirilen konserlerde yoğun ilgiyle karşılandı. 2005 yılının Temmuz ayında İspanya’da gerçekleştirilen “Türkiye Festivali”nde yer alan Aynur, Sezen Aksu, Erkan Oğur, Kardeş Türküler, Mercan Dede, Burhan Öçal’ın da katıldığı festivalde üç konser verdi.

Aynur Dogan Gönül Yarası



Ferhat Tunç



Albümler;

"Kızılırmak" Almanya-1982

"Bu Yürek Bu Sevda Var İken" Almanya-1984

"Vurgunum Hasretine"-1986

"Ay Işığı Yana Yana"-1987

"Yaşam Direnmektir"-1988

"İstanbul Konserleri-1"-1988

"Vuruldu"-1989

"Gül Vatan"-1990

"Ateş Gibi"-1991

"İstanbul Konserleri-2"-1992

"Firari Sevdam"-1993

"Özlemin Dağ Rüzgarı"-1994

"Kanı Susturun"-1995

"Kayıp"-1997

"Kavgamın Çiçeği"-1999

"Her Mevsim Bahardır"-2000

"Şarkılarım Tanıktır"-2002

"Nerdesin Ey Kardeşlik"-2003


Ferhat Tunç; güneşin kutsal olduğu, ateşin suyla söndürülmediği Tunceli'de (Dersim) 1964 yılında doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği; rüzgarın, karın ve baharın bile asi olduğu bu kentte geçti. Tarih, bu kenti savaşlara, isyanlara ve sürgünlere mahkum etmişti. Bu yüzden ağıtların söylendiği, hüzünlerin beslendiği mağrur bir kentti Tunceli.

Ferhat Tunç bu kentte, mağrurluklar içinde biriktirdiği "gelecek kaygısı"nı daha ilkokul yıllarında müziğe tahvil etti. Bir yandan okula gidiyor bir yandan düğünlerde ve özel gecelerde bağlama çalıp türkü söylüyor; dinleyenleri kah hüzünlendiriyor kah coşturuyordu. Ve bir süre sonra, doğduğu kent onun bu yeteneğine el veriyor; Ferhat Tunç "Dersim'in küçük ozanı" oluyordu.

Liseyi bitirdikten sonra, 1979 yılında zorunlu olarak doğduğu kenti terk edip Almanya'ya ailesinin yanına yerleşti Ferhat Tunç. Bu soğuk ve yabancı yerde, hiç alışamadığı bu gurbet elde yani, her şeye rağmen müziğe yoğunlaşıp başarılı çalışmalara imza atmak istiyordu.


Bu çerçevede 1982 yılında Frankfurt'ta Amerikalı müzisyen Darnel Sumers'la tanıştı ve Sumers yaptığı "reggae" müziğinden yola çıkarak, müzik bilgisi, değişik kültürel motiflerin müziğe aktarılması ve müzikte çok seslilik ve çok renklilik konusunda Ferhat Tunç'a katkı sundu. Tunç, dostu Sumers'tan biriktirdiği bu "yeni"yi Sumers'la birlikte, üç Alman ve bir Yunanlı müzisyenle yaptığı deneysel çalışmalarla pekiştirip zenginleştirdi ve bu bileşimle Avrupa'da birçok konser verdi.

Ardından Mainz Üniversitesi'ne bağlı bir müzik okulunda kısa bir eğitim alan ve bu arada "Kızılırmak" adlı ilk albümünü çıkaran Ferhat Tunç, sonraki yıllarda Tunceli ve Almanya sürecini şöyle tanımlayacaktı: "O yıllarda yaptığım müzik, içerik kaygısına düşmeden, ama devrimci ruha sahip amatörce bir süreçti".

Ferhat Tunç, elde ettiği müzik birikimini, 1984'te Türkiye'den Almanya'ya giden müzisyen Orhan Temur'la başladığı çalışmaya aktardı ve ortaya "Bu Yürek Bu Sevda Var İken" albümü çıktı. Uzak bir ülkede, Almanya'da olmasına rağmen ülkesinde yaşananlara kayıtsız kalmayan Ferhat Tunç'un bu albümü, "12 Eylül'e itiraz"ın izlerini taşıyordu.


Tunç, 1985'te, 12 Eylül'ün rüzgarlarının henüz sert estiği bir dönemde Türkiye'ye döndü ve yeni bir başlangıç yaparak aynı yıl Türkiye'deki ilk albümünü çıkardı. Albümün adı "Vurgunum Hasretine"ydi. Albüm kısa sürede büyük yankı yarattı ve Ferhat Tunç artık Türkiye'de, toplumsal muhalefetin içindeydi. Tunç, o dönemi şöyle özetliyor: "Toplumsal hareketin bastırıldığı, hak ve özgürlüklerin geri alındığı bir dönemde halkımın yanında yerimi aldım".

Tabi, 12 Eylül gibi bir vakıanın yaşandığı Türkiye'de bunun bir bedeli vardı. Miting havasında geçen konserler, çok satan albümler ve toplumsal muhalafetin gözdesi olan bir sanatçının ödeyeceği bedel -elbette!- gözaltılar, davalar, mahkemeler ve yıllar süren konser yasakları olacaktı. Ama bunun da bir karşılığı vardı. Bu konuda şöyle diyor Ferhat Tunç: "Saldırılar arttıkça ben güçleniyordum. Sanatsal üretimimin geliştiğine ve güzelleştiğine şahit oluyordum".

Ve Ferhat Tunç'un 1985 yılında Türkiye'de zorlu başlayan ve sürekli baskı, yasak ve saldırılarla geçen müzik yaşamı boyunca çıkardığı albümler; Türkiye'deki toplumsal gerçekliğin aynası niteliğindedir:

Tüm çalışmalarında görüleceği üzere sanatı ile içinde yaşadığı toplumun sorunlarını buluşturan Ferhat Tunç, müzik yaşamının bugün geldiği 21'inci yılında daha güçlü çalışmalara imza atıyor.

Doğup büyüdüğü toprakların asi ruhuyla yıkanmış olmanın kendisine kazandırdığı duruşla var olmayı yeğleyen Tunç, sanatından ve toplumsal yaşamından taviz vermeden yürümeyi sürdürüyor.

Ve her şeyin toplamı olarak, felsefesini şöyle özetliyor: "Aynı tanrının çocularıysak, aynı göğün altında ve aynı toprağın üstünde yaşıyor ve aynı havayı soluyorsak; niye aynı 'insanlığı' yaşamıyoruz?"



Ferhat Tunc - Sen ates ol ben yanayim


Emre Saltık



Albümler;

BU BENİM SEVDAM

DERDİMİN DERMANI TÜRKÜLER

DAĞ GÜLÜM

YIKILSIN SEBEBİM

SİCİLİM VAR

TÜRKÜLERDEN KAÇAMAZDIM

GÜLÜMSE VE DİREN

DARDAYIM

BU ÜÇÜNCÜ ÖLMEM


1960 yılında Tunceli, Ovacık'ta dünyaya gelen sanatçı 1980 yılında İstanbul'a yerleşti. 1984 yılında İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Türk Halk Müziği bölümünden mezun oldu.

Arif Sağ ile birlikte Arif Sağ Müzik Okulu'nda (ASM) eğitim verdi. 1987 yılında bu okul Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandıktan sonra, ASM müzik kursundaki müdürlüğü ve sahipliğini sürdürerek, çalışmalarına devam etti.

Uzun yıllardır halk müziğine yaptığı çalışmalarda prodüksiyon yönetmenliği, icracı ve eğitmen olarak önemli katkılarda bulundu.

Birçok halk müziği kasetinde yönetmenlik yaptı. Emre Saltık'ın üretkenliği açısından sayabileceğimiz birçok albümü var. İlk albümü 1987 yılında çıkardığı "Selam Sana Filistin" dir. Ancak türkülere yöneldiği ilk albümü "Türkülerden Kaçamazdım" sanat yaşamında önemli bir yer tutar.

"Dardayım", "Türkülü Yürekler 1, 2, 3, 4" halk müziğinde yeni arayışların işareti niteliğindedir. Sanatçının 2000 yılı şubat ayı ortalarında piyasaya sürülen "Yıkılsın Sebebim" adlı albümü daha çok beste ağırlıklı bir çalışma. Bunun ardından "Dağ Gülüm" ve 2004 yılında çıkarttığı "Derdimin Dermanı Türküler" ile türkülerle dolu yolculuğuna devam etmektedir
.


Emre Saltık Alışamadım.

Zeynel & Kenan



Albümler;

Kader (zeynel)

Bul Getir (zeynel kenan )


Zeynel



1966’da Erzincan’ın Kemah ilçesinde, Munzur Dağları’nın Harami Yaylası’nda doğdu. Aslen Tunceli Ovacıklı. Sesindeki özellik, 7-8 yaşlarında babasıyla birlikte gittiği köy düğünlerinde fark edildi. Şimdi bir suyun akışı gibi çaldığı bağlamayla ise 9 yaşında tanıştı. İleriki yıllarda hayatının seyrini değiştirecek olan bu bağlamayı babası hediye etmişti.

Pek çok hemşehrisi gibi, o da gurbet yaşamıyla ilk gençlik yıllardında tanıştı. 1981 yılında gittiği İstanbul’da, bir yandan Kazlıçeşme’de deri fabrikasında çalıştı, bir yandan da o zaman yeni açılmış olan Arif Sağ Müzik Okulu’nda (ASM) müzik eğitimi almaya başladı. Yaklaşık bir buçuk yıl devam ettiği ASM’deki müzik eğitimini yarıda bırakıp Mersin’e yerleşmek zorunda kaldı. Ancak burada da müzikten uzak durmadı. Bir yandan çalıştı bir yandan da Mersin Halk Eğitim Merkezi’nde solistlik yaptı. Çünkü, halk müziği onun için bir tutkuydu; kültürü, düşüncesi, acıları ve sevinçleriydi.

1990 yılında İsviçre’ye yerleşti. Burada da bir yandan inşaatlarda çalıştı bir yandan da müzikle olan dostluğunu sürdürdü. Nitekim bu dostluk, onun ülke özlemin adıydı aynı zamanda.

Albüm yapma fikri, 2003 yılında kardeşi Kenan tarafından önerildi ve aynı yıl içinde albümün çalışmalarına başladılar. Uzun, titiz ve yorucu bir çalışmadan sonra, 2005 yılında çıkardıkları “Bul Getir” onun yaşamının dönüm noktalarında biri oldu.Evli ve iki çocuk babası olan Zeynel Vardık, halen İsviçre’de yaşıyor
.


Kenan



1972’de Erzincan’ın Kemah ilçesinde doğdu. Aslen Tunceli Ovacıklı. Müzik yaşamına Çukurova'da başladı. Yaklaşık 6 yıllık sahne hayatından sonra İstanbul'a gitti ve burada 4 yıla yakın stüdyo çalışmaları yaptı.

Beste yapmak, halk diliyle, aşıklarla, ozanlarla sohbet etmek onun hem işi hem de hobisiydi.

Bazı değerli müzik hocalarından aldığı cesaret ve hep taşıdığı özgüven duygusu onu albüm yapmaya itti. Böylece, tüm birikimlerini toplayarak, sesine ve yorumuna güvendiği ve her zaman örnek aldığı büyük kardeşi Zeynel’le yürek yüreğe vererip 2005 yılında “Bul Getir” adlı albümlerini yaptılar.

Ve bu albüm, onun için oğlu Umutcan’ın akranı oldu. Çünkü ikisi de aynı yıllarda doğan, ilk gözağrılarıydı…


Kenan Diyorki

Derin Derin Yara Var Yüregimde

Söyleyemem Kilit Vurmuş Dilime

Pirsultanlar Gibi Ölüm İpine

Baglasalar Dönemem Ben Özümden

Yaksalarda Dönemem Ben Sözümden


Zeynel & Kenan - Bul Getir.


Grup Munzur



Albümler ;

- Babanın Türküsü

- Hep Birlikte

- Tutuşturun Geceleri

- Beklenen Uzak deyil

- Bahara Çağrı

- Kızıl Anka



Biyografi ;

Grup Munzur, 1992 yılında İzmir'de kurulmuş olan bir müzik grubudur.

İstanbul Okmeydanı'nda bulunan Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi'nde çalışmalarını sürdüyorlar.

Grup Munzur, 1993'de ilk kaseti olan 'Babanın Türküsü' ardından, 'Hep Birlikte', 'Tutuşturun geceleri' ve 2000'de 'Beklenen Uzak değil' ve 2004'te 'Bahara Çağrı' adlı kasetleri çıtı. Grup Munzur, türkülerini Lazca, Goranice, Türkçe, Zazaca, Kürtçe ve Çerkezce söylüyor.

Grup Munzur, ilk konserini Almanya'da, ardından Türkiye'de ki ilk konserini Mersin'de vermiştir.


Grup Munzur & Serva Dino




Baba Bertal



Baba bertal dersime mal olmuş birisidir dersimde çok sevilen bir kişidir halende yaşamaktadır. baba bertal halk arasında çok sevilen çok saf ve dürüst bir insandır.dersimde onunla ilgili bir çok yaşanmış anılar ve olaylar halk arasında hep anlatılmaktadır.

Bertal, ince uzun boyludur..Pantolon pek giyinmez hep salvar giyerek dolasir..Dilide biraz kekemedir..Bir kelimeyi en azindan bir kac dakikada agzindan zor cikarir..Hemem hemen Mazgirt ve cevresindeki dügünlerde onunla karsilasmamak mümkün degildir..

Dügünlerde cesitli maskotluklar yaparar,insanlarin nese kaynagi olur..Bir bakarsin kadin elbisesi giymis,bir bakarsin bayilma numarasi yapar..Dilinde küfür eksik olmaz.Hani derlerya " günes yüzü görmemeis kelimeler..." iste bizim Bertalinda günes yüzü görmemis küfürleri vardir..Ancak o hangi küfürü ederse etsin kimsenin zoruna gitmez..

Baba bertal ile ilgili çok rivayetler hikayeler anlatılmaktadır.Mesela Baba Bertal
Bir gün insanlara iskence yapan iskenceci bir polis komiserinin karisi carsiya alis verise cikar..Alis verisini bitirip dükkanin kapisina ciktiginda Bertal la karsilasir..

- Bertal cantadaki esyalari tasimama yardimci olurmusun

- Em....rin....olur...ha...ha...nim...

Kadin elindeki cantayi Bertala uzatir..Birlikte eve giderler..Eve geldiklerinde Bertal cantalari birakip geri dönmek ister ama kadin birakmaz..

- Gel sana yemek vereyim...diyerek Bertal i iceri cagirir..Bertal yemegi yedikten sonra kadin yine birakmaz..Bertala banyoya girip yikanmasini söyler..Bertal banyoya girip yikandiktan sonra kadin koluna girip yatagina götürür..

tam o sirada kapinin zili calmaya baslar..Kadin Bertali saklamaya calisirken Bertal elbiselerini alip ciplak sekilde kapiya kosar..Kapida kadinin kocasi komiser ,saskin saskin karsisinda ciplak duran Bertala bakar ..Bertal :

- Nee... neeee...olll....mus....yani....fe..fekirdir...

Dedikten sonra sokaga firlar..Bunun üzerine Komiser ,Bertal i bölücülük propagandasi yaptiginda dolayi tutuklayak ,karakola götürüp falakaya yatirir ..Bertal aci icinde bagirmaya baslar :

- Fe,fe ...kir...ma..sum..durr...ha...ha...nim ,is..is ...tedi

Komiser ,bakar ki isler kötüye gidiyor..Meslektaslarida duyup rezil olacak..Careyi Bertali serbest birakmakta bulur..Ikinci gün de aceleyle evini yükleyip Dersimden ayrilir..Bertalin yüzü hürmet askina Dersim ,bir iskenceciden kurtulur..


Firik Dede



thomire xo gureto deste´ xo
wenda wayire xo dano.


biliyorum;
kendi dilinden birseyler söylemek gerekiyor sana,
bazen söylenecek söz olmasa da.
sustun yillarca
ve konusmadin bir daha
yüregi korlanmis Insan-i Kamil.

Dersimin Insane´ Kamillerinden olan Firik Bava / Seyfi Firik Dede 106 yasinda 10 Temmuz 2007 aramizdan ayrildi.Dewrescemalu / Derviscemal asiretinden olan Firik Bava Dersim - Ovacik dogumludur.Ailesi tarafindan egitim görmesi icin Erzincana gönderilir.Türkceyi burada ögrenir. Daha sonraki yillarinda deyislerinde,konusmalarinda bunun etkisi görülmektedir.

En büyük acilarindan birini 1981 yilinda yasar.Ögretmen Okulunda okuyan kücük oglu Behzat Dersime ailesinin yanina gelir tatilde.Askeri darbenin generalleri isbasindadir ve bütün köyler,ormanlar abluka altindadir.Birgün evlerine gelirler ve "yol gösterme" gerekcesiyle yanlarina alirlar.Bu sirada büyük kardesi olan Ekber kötü birseylerin olacagini hisseder ve O nun birsey bilmedigini,ögrenci oldugunu söyler.Onu da yanina alirlar ve ikisini ormanda agaclara baglayip sorgularlar.Abisinin gözleri ve elleri baglidir.Gözlerine takilan bagi asagi indirdiginde kardesine korkunc bir iskence yapildigini görür.Kasatura ile yüzünü,gözünü cizmektedir Binbasi "Kulaksiz".Durumu farkeden askerler gözlerini tekrar baglarlar.Ormanda yanik et kokusu gelir ekberin burnuna.tekrar asagi dogru bagini indirir.Ateste kizdirilan kasatura ile kardesinin vucuduna iskence yapilmaktadir.Vadi de oglunun1938 e ulasan cigliklari yankilanir yanik kokusuyla beraber.Bu duruma dayanamaz ve bayilir.Bir süre sonra kendisine geldiginde komutanin askere "kafasina ates et" dedigini duyar.Asker emri yerine getirmez.Binbasi silahi alir ve kafasina bir kursun sıkar.
Oglunun bu halini gören Firik Bava o günden sonra kimseyle konusmaz ve kendi ic dünyasina döner,cekilir."Yüzün şems-i kamer gözlerin nurdur /Aynı hilale benzer kaşların" der Divaninin bir siirine yaptigi deyiste üc telli thomiriyla (damur / cura).

Oglu Ekber de yapmis oldugu ropörtajlar da kardesinin öldürülmesinin aile de yarattigi aciyi dile getirmistir.Yoksul olmalarina ragmen devletten bir kurus bile yardim istemiyeceklerini ve babasinin gözünün önünde bulunmasin diye kardesinin resimlerini Istanbula gönderdiklerini söyler.
Ölünceye kadar sakalini kesmeyecektir artik.Sakalina her degdirdigi el gencecik fidanini hatirlatacaktir ona.
"Degerlerinizi samancilara,tenekecilere satmayin,sarraflara satin" derdi degerlerinin,inancinin Piri.Cem ayinlerinde koyu renkli bir agactanyapilmis thomiri /cura ile bas kösede semahlarini okur,deyislerini söylerdi.Degerini bilmeyeninin geleceginin olmayacagini biliyordu cünkü.Yönetmen Buket Aydin Firik Dedeyi konu aldigi film cekimlerinden sonraki ropörtajinda sunlari söylüyor:
“Bir Hızır Perşembesinde köhne ama içten hazinesine konuk olmuştum. Bir kat yatak, bir kuzine, bir saz ve dört duvar… Ama içten.. Ama sıcak.. Ama huzur dolu… Ve bütün dünya mallarından arınmış arı bir mekandı. Evden ayrılırken aklımda tek bir düşünce vardı. Değerlerini kaybedenler bir daha asla kendileri olamazlar, kendileriyle olamazlar. Asla geçmişlerini bilmez ve bu günü yaşayamaz ve yarına hazır olamazlardı.”

Herkesin göc yollarina düsmesine inat O köyündeki tastan,toprak damli evinden cikmaz.Bilir topragindan kopusun kendinden de kopus olacagini bir anlamda.Köklerini topragina atar ,sarilir ona,birakmaz bir daha.Munzurun gözelerinden beslenir kökleri,Düzgün Babadan alir rüzgarini yelkenlerini actigi insanlik denizine.Yüzünü her sabah dogan günese döner ve "Eli" sine yakarir,Xizirinda cem tutar,Düzgün Babanin kartalini gözetler.

Iki yüzyil sigdirir hayatina.Yüzyili asmis oldugu hayatinda bilgeligini,sakin anlatimini,inancini,Insani Kamilligini görüyoruz her an.
"Gönül bir gemidir sen dümenisin /Yelken açmak ister bu dervişlerin" derken Dersimlilerin ve insanligin gönlünde gülen gözleriyle yelkenlerini acmistir.

Sabrin,inancin,direngenligin,itikatin bilgesi Firik Bava;gelecek nesiller seni unutmamak üzere gönüllerinin denizine ugurlayacaklardir.Bundan kuskun olmasin.

*tamurunu almis eline
sahibine sesleniyor
.



Metin KAHRAMAN

20 Temmuz 2007 Almanya


Firik Dede Deyiş Söylüyor



Sılo Qız




Kısa Biyografi ;

Dersim'in en namlı dengbêjidir. asıl adı süleyman doğan'dır.Soyadı kanunundan önce de çağrıldığı Sılo Qiz lakabı kendisine kısa boylu oluşundan dolayı verilmiştir.Kısa süleyman manasına gelir.

Omzunda değil dizleri üzerinde çaldığı kemanıyla zazaca ve kurmancî hikayeler anlatır. bunların çoğu dersim'de 1938* yılında yaşanan acılara dair yakılmış ağıtlardır.100 yaşına yaklaşan silo qiz halen dersim'de yaşar ve türküler, hikayeler söylemeye devam eder.




Kemanın Sesinde Yaşayan Dengbêj: Sılo Qız

Müjde Arslan

Sılo Qız, 90 yıldır kemanın sesi ile yaşıyor. 5 yaşında çalmaya başladığı kemanının sesi ile, yanık sesini birleştiren Sılo Qız'ın yaşamı ise, Dersim'deki alevi inancının ritüelleri ve destanları ile büyülüyor insanı.

Dersim'de alevi inançlarına göre her yılın 21 Mart'ında Newroz ile birlikte, yıl devrilir, yaşam yeniden başlar. Ve o gün, gece saat 24.00'de tüm ağaçların, hayvanların secdeye varıp tanrıya dua ettiklerine inanılır. İnanca göre kim doğanın ve hayvanların eğildiğine tanık olursa, tutacağı dilek kabul olur. Elif Ana da büyük bir heyecanla o anı bekler bütün gece. Ve saat 24.00'ü vurduğunda bir o görür ve bir o dilek tutar. Elif Ana'nın dileği, ne diğer kadınlar gibi zengin olmaktır ne de fazladan ömür... O çocuklarının şair ve aşık olmasını diler ve başındaki beyaz tülbenti çıkarıp dut ağacına bağlar. Elif Ana'nın dileği tutar ve tüm çocukları şair ve dengbêj olur.


Babasının ismini aldı...

Elif'in oğlu Hasan, Sılo Qız'ın dedesi. Yöresinde çok sevilen bir aşık olan Hasan Doğan'ın oğullarından biri olan Süleyman Doğan da şair, aynı zamanda nam salan kemanıyla stranlar şakıyan bir dengbêj. Ama talihsizdir Aşık Süleyman, zira tüm çocukları ölür. Derler ki, çocuk babasının ismini alırsa ölmez ve Süleyman bundan sonra doğan çocuğuna "Süleyman" adını verir. Sanatçı bir ailede doğan Süleyman Doğan'ın Sılo Qız olma serüveninde ailesinin payı büyüktür.

5 yaşında keman çaldı

Sılo Qız, keman çalmayı babasından 5 yaşında iken öğrenir. Bir süre sonra da türkü söylemeye başlar. Sılo Qız, kemanıyla yetinmez, aile ocağına aş gerek, ekmek gerek. Küçük bedeniyle büyüklere parmak ısırtacak kadar çok iş yapar. Gövde küçük, hüner büyük. Hünerine tanık olanlar ona ufak, küçük anlamına gelen "Qiz" lakabını takar ve böylece Sılo Qız olur. Sonrasını ise, Süleyman Amca'nın ağzından dinleyelim:

"Keman çalmayı küçük yaşlarda öğrendiğim halde her tarafta geziyordum. Keman çalıp, türkü söylüyordum. Babam öldükten sonra kemanı bana kaldı. Ömrümde çok keman eskittim."

Oğula ağıt

Süleyman Amca şimdi dişleri olmadığı için türküleri iyi okuyamadığını söylese de o doğaçlama söylediği türkülerini düğünlerde, yaslarda dillendirmiş bir ömür boyu. Ama en çok ağıt yakmış Süleyman Amca, savaşta yaşamını yitirenler üzerine.. 1938 direnişinde söylediği türküler ise h‰l‰ dillerde. Dengbêj Sılo Qız, şüphesiz en zor ve yanık ağıdını oğlu askerden ölü dönünce yakmış. "Sayısız ölü üzerine ağıt yaktım ama oğlumun üzerine söylediğim türkü, içimi yakıyordu" diyen Sılo Qız, birçok acı yaşadığını ve söylediği türkülerle acılarını içine atmak yerine paylaştığını dile getiriyor. Acılarının kemanının tellerinden yayıldığını ve ayakta olmasını da buna borçlu olduğunu kaydeden Süleyman Amca, dinç kalmasının nedenini de kemanına bağlıyor.

Kemanla tekleşen ses

Sılo Qız, şöyle tarif ediyor, bir ömür verdiği kemanı ile ilişkisini: "Kemanımın sesi ile benim sesim özdeşleşiyor. Kemanda kendimi buluyorum acılarımı dile getiriyorum. Acılarımızı anlatamayız, dile getiremeyiz; ama çalarız. Kafamda sürekli türkü söylerim, rüyalarımda bile. 1980 yılına kadar 75 yıl boyunca neredeyse her gece söyledim ve çaldım." Ailede ilk olarak Sılo Qız'ın babası keman çalmayı öğrenmiş. Ancak babasının keman çalmayı kimden öğrendiği konusunda Sılo Qız'ın bir fikri yok. Bugünlerde ise Dersim'de 2 kişi keman çalıyor. "Keman hem hüzünlendirir, hem halay çektirir" diyen Sılo Qız, yıllar boyu duygularını dile getirmiş. Çocuklarından kimse keman çalmasa da "Saz çalıyor ve söylüyorlar" diyor.

Sevda türküleri..

Gençlik yıllarında çapkın olduğunu duyduğumuz Sılo Qız'a kaç kere aşık olduğunu soruyoruz, "Gizlidir, söyleyemem" diyor utanarak. Yaşlı, kırışık yüzüne allık yayılıyor. Platonik aşklarına yıllarca sayısız türkü söylemiş Sılo Qız. "Hala söylediğim türküleri kimse kimin için yazdığımı bilmez. Gizli gizli seviyordum. Hala soruyorlar şu parçayı kimin için söyledin diye? Biz ise türkülerimizi gizli gizli söylerdik" diyor Qiz. Halkın sevgisini hiçbir şeye değişmeyen Sılo Qız'ı 4 oğlundan ölüm ayırsa da, yaşamı boyunca arkadaşlık eden kemanı ve dostları var hep yanında.

Kaset kampanyası

Ferhat Tunç öncülüğünde Dersimli birkaç iş veren, Sılo Qız'ın kasetleri için kampanya düzenliyor. Sılo Qız'ın hep yanında olan Cemal Taş, kampanyayı şöyle anlatıyor: "Sılo Qız'ın gittiği her evde bir kasedi vardır. Kasetleri bugüne kadar hiç arşivlenmemiş. Elinde şu an bir tane kasedi bile yok, öz sesi dışında. Ferhat Tunç öncülüğünde Dersimli işadamları olarak bu kampanyayı düzenledik. Kimin evinde Sılo Qız kaseti varsa getirmesi üzerine çağrı yapıyoruz."


SEVUŞEN



Hayatı ;

Adı Hüseyin Tatar. Seyid olduğu, yani Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın oğlu Hz. Hüseyin’in, yani Hz. Muhammed’in soyundan olduğu söyleniyor.
Tiyatrocu ve sinemacı Ali Sürmeli aylar önce, “Bir deli varmış Tunceli’de. Adı Sevuşen. Halk onu o kadar çok seviyormuş ki, ölümünden sonra heykelini dikmişler” diye anlattı. Tunceli’ye gidip Sevuşen’in hikayesini araştırarak sinemaya aktarmayı planlıyordu. Bunu Tuncelili arkadaşım Hasan Aral’a aktarınca, hikaye daha da ilginçleşti. Çünkü Aral’ın rahmetli annesi çok saygı duyarmış Sevuşen’e. “Oğul unutma, kim delidir, kim veli, belli değildir” dermiş.

Araştırınca ortaya çıktı: Sevuşen’in ölümü derin bir boşluk yaratmıştı Tunceli’de. Halk onun yerine yeni bir deli arayışındaydı. Bir kısmı Baba Bertal adlı şahsın Sevuşen’in yerine geçmesinin uygun olacağını düşünüyor, bir bölümü ise, “Bertal çok yaşlandı. Tunceli’nin genç ve dinamik bir deliye ihtiyacı var” diye Deli İbo namlı kişinin bu postekiye oturması gerektiğini iddia ediyordu. Sonunda Baba Bertal’in tahta geçmesine, Deli İbo’nun da veliaht olmasına karar verilmişti.

Bütün bunlar bize tuhaf gelebilir ama Sarı Saltuk, Düzgün Baba ve Munzur Baba gibi velilerin ocağı olan Tunceli’de deliler mukaddes sayılıyor. Çünkü onların, dünyayla ilişkisini kesmiş, mal, mülk, iktidar arzusunu aşmış olduklarına inanılıyor. Bu biraz da Alevi inancında yer alan bir felsefe. Örneğin Hacı Bektaşı Veli, çocukların ve illa ki delilerin korunması gerektiğini söylüyor. Bu inanışlar, eski şaman ve pagan geleneğinden evrilerek Alevi kültürü içine yerleşmiş. Bölgede binlerce yıl hakim olan Zerdüşt dininde de benzer bir inanış bulunuyor. Tunceli’de yeni jenerasyon delilerle ilgili gelişmeleri öğrenince, bu kente gittik. Palavra Meydanı’nda, Tunceli milletvekili Kamer Genç’in de yapımına katkıda bulunduğu Sevuşen heykelini gördük, onun tahtına çıkmış olan Baba Bertal ve veliahtı Deli İbo ile görüştük. Ve sonunda, eğer bir gün dellenirsek kesinlikle gelip Tunceli’ye yerleşmeye karar verdik…

HEYKELİ DİKİLEN EFSANE DELİ SEVUŞAN

Adı Hüseyin Tatar. Seyid olduğu, yani Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın oğlu Hz. Hüseyin’in, yani Hz. Muhammed’in soyundan olduğu söyleniyor. Bu yüzden halk arasında önceleri Seyid Hüseyin veya Seyid Vuşeyn diye çağrılıyor. Bu nam daha sonra kısaltıla kısaltıla Sevuşen’e kadar geliyor. 1930 doğumlu. Mazgirt’in Aktuluk köyüne bağlı Beydamı mezrasında doğmuş. 1938 Dersim isyanında köyü bombalanmış. Bombalardan biri evine isabet etmiş. Çok korkan Hüseyin yıllarca, çok darda kalmadıkça kapalı bir yerde yatamamış. 1950’lerin ortasına kadar köyünde yaşamış. Askerlik dönüşü eşinin bir başkasıyla birlikte olduğunu öğrenince köyü terk edip kendini yollara vurmuş. Sakin, sessiz bir tabiata sahipmiş. Üstüne çok gelinmediği sürece sesini çıkarmaz, kimseden yemek istemezmiş.

Genç bir kadın hastalanmış. Ankara’ya İstanbul’a götürmüşler, doktorlar, “yatağında ölsün” demiş. Dönmüşler Tunceli’ye. Yağmurlu bir gün, sobada çay demlemişler. Hastanın başındaki beş kişi altı bardak çay koymuş. “Biri çayını bitirince altıncı çayı da içer artık” demişler. O sırada kapı çalınmış. Sağanağın altında sırılsıklam olmuş Sevuşen, tas gibi tuttuğu avuçları suyla dolu, içeri girmiş ve elindeki suyu hastanın başından aşağı dökmüş, “dermanın yağmurla geldi, iyileşeceksin” demiş. Sonra oturmuş sedire ve “benim için çay koymuşsunuz” diyerek sobanın yanındaki altıncı bardağı alıp içmiş, çıkmış gitmiş. Ertesi gün genç kadın, herkes uyurken kalkmış ve çocuğunu emzirmeye başlamış…

O DA SENİ SEVİYOR TUNCELİ’DE BEKLİYOR

Gencin biri bir kıza aşıkmış. Ama birkaç ay sonra kızın ailesi Almanya’dan gelip kızlarını alıp götürmüş Almanya’ya. Genç de kendini dağlara bayırlara vurmuş. Bir gün Munzur’un üstündeki asma köprülerden birinde canına kıymayı düşünürken omuzunda bir el hissetmiş. Bakmış ki Sevuşen yanında. “O da seni seviyor, Tunceli’de bekliyor” demiş. Genç adam koşa koşa şehre gelmiş, gerçekten de sevdiği kızın döndüğünü öğrenmiş. Bir sene sonra evlenip Almanya’nın yolunu tutmuşlar. Geçen yaz, Munzur Festivali sırasında 28 ve 23 yaşında olan iki çocuklarıyla Tunceli’ye gelip Sevuşen’in mezarını ziyaret etmişler.

Aynı yıllarda çok çetin bir kış geçirmekteymiş Dersim diyarı. Sevuşen’e demişler ki, “Baba bu gece kar geliyor. Gel bir damın altında yat.” “Ben sokakların misafiriyim” diyerek kabul etmemiş. Ama Tuncelililer, allem edip kallem edip bir damın altına yatırmışlar. Yanına bir soba kurup üstüne de yün bir yorgan örtmüşler. Sabah Sevuşen’i yattığı yerde bulamamışlar. Bir de bakmışlar ki bahçede üstüne paltosunu atmış uyuyor.

Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, annesinin şahit olduğu bu olayı şöyle anlatıyor: “Ben böyle şeylere inanmam. Ama anam kendi gözleriyle görmüş. Şehrin dört bir yanı karla örtülüymüş. Bir tek onun yattığı yer kupkuruymuş…”

Daha neler neler…

12 EYLÜL DARBESİNİ 1938 SÜRGÜNÜ SANDI

Sevuşen bir sabah uyanmış ki şehirde in cin top oynuyor. Emniyet Müdürlüğü’nün önüne gidip eline geçirdiği taşları savurmaya başlamış. Bir yandan da, “Ne yaptınız milletime, 38 geri mi geldi” diye bağırıyormuş. Polisler çıkıp, sokağa çıkma yasağı konulduğunu söylemişler. İnanmamış. Alıp yanlarına tek tek kapıları çaldırmışlar. Her kapı açıldığında, “Haaa Haydar buradasın. Fatma da evinde. Bebeler nerde? Haaa onlar da burada” diyerek rahatlamış. Sonra oturmuş Palavra Meydanı’na ve “Bir çift gögerçin (güvercin) havalansa / Yanık yanık koksa karanfil” diye bir türkü tutturmuş.

1994’te öldüğünde, cenazesine 27 bin nüfuslu Tunceli’de 10 binden fazla kişinin katıldığı söyleniyor. Onu çok seven hemşerileri, Palavra Meydanı’nın bitişiğindeki küçük alana bir heykelini dikmiş.

HEYKELİNİ YAPTIRAN KAMER GENÇ:
TUNCELİ’NİN SEMBOLÜ DELİ DEĞİL ERMİŞ


Tuncelililer, eski hükümet meydanına kendi aralarında Palavra Meydanı diyorlar. Sevuşen’in heykeli bu meydana açılan küçük bir alanda. 1995’te yapılan heykelin masrafını Tunceli Milletvekili Kamer Genç karşıladı. Heykelin yanındaki çeşme mumlarla dolu. İnsanlar, mum dikerek dilekte bulunuyor. Kamer Genç, şunları söylüyor: “Sevuşen Tunceli’nin sembollerindendir. Deli değil ermiştir. Manisa Tarzanı gibidir. İnsanları ve tüm mahlukatı seven bir adamdı.”

HERKES MEZAR BAŞINDA DİLEK TUTUYOR

Savuşen’in kentin dışında asri mezarlıktaki mezarı ziyaret yeri. Mezarın yanı başına, 14-15. yüzyıllarda hüküm sürmüş Akkoyunlu medeniyetinden kalma bir koyun heykeli getirilip konulmuş. Kabir, perşembe günleri ziyaret ediliyor. Mezarın taşı yakılan mumlardan dolayı kararmış. Mezar taşını üç kez öpüp aynı yere başlarını koyan ziyaretçiler, Sevuşen’in ölüsünün de bir kerameti olduğuna inanıyor.

Kemal Kılıçdaroglu



İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli il ve ilçelerinde tamamladı. 1971 yılında Ankara iktisadi ve Ticari ilimler Akademisinden mezun oldu.


Yayın ve Çalışmalar Aynı yıl hesap uzman yardımcılığı sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı'na girdi. Hesap uzmanı olduktan sonra, bir yıl süre ile Fransa' da kaldı. 1983 yılına kadar hesap uzmanlığı görevini sürdüren Kılıçdaroğlu, 1983 yılında Gelirler Genel Müdürlüğü'ne daire başkanı olarak atandı. Daha sonra aynı Genel Müdürlükte, genel müdür yardımcısı olarak görev yaptı.

1991 yılında, Bağ-Kur, 1992 yılında da SSK Genel Müdürlüğü'ne atandı. Kısa bir süre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında müsteşar yardımcılığı da yapan Kılıçdaroğlu, Ocak 1999 ayında kendi isteği ile SSK Genel Müdürlüğü'nden emekli oldu.

8. Beş Yıllık Kalkınma Planı çalışmalarında, "Kayıtdışı Ekonomi Özel İhtisas Komisyonu" Başkanlığını yaptı.


Hacettepe Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Türkiye iş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu.

Halen istanbul Milletvekilliği görevini yürütmektedir.


Ödüller 1994 yılında "Ekonomik Trend Dergisi'nce konusunda yılın bürokratı seçildi.


Ek Bilgi Evli ve üç çocuklu olan Kılıçdaroğlu'nun yayınlanmış üç kitabı ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

Kamer Genç



Kamer Genç (d. 1940) farklı ortamlarda ve partilerde siyaset yapmış olmakla birlikte, ismi Tunceli ile özdeşlemiş ilginç ve renkli bir politikacıdır. XVIII., XIX., XX.,XXI ve XXIII. Dönem Tunceli Milletvekilidir.

1940'da Tunceli'nin Nazimiye ilçesine bağlı Ramazan köyünde doğdu. Dargelirli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kamer Genç'in babası Ali Genç yazları İstanbul Silahtarağa'da amelelik yapmaktaydı. Başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdi. 1960'da Ankara'da Maliye Okulu'na yatılı olarak girdi. Ancak okulun tamirata alınması nedeniyle öğrenimine bir süre Tunceli Lisesi'nde devam etmek zorunda kaldı. Ardından Maliye Okulu'na geri döndü. Bir yandanda babasının yanında çalışıyordu. Bu dönemde kardeşi Hıdır'ın kızamık hastalığıdan yaşamını yitirdi. 1966'da Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi. Okulla birlikte Maliye Bakanlığı'nda staj da yaptı ve Bingöl'e vergi kontrol memuru olarak atandı. 1966 yılında girdiği Danıştay sınavını kazanan tek isim oldu. 1974-1976 yılları arasında Paris'te bulundu. Danıştay Tetkik Hakimliği ve Danıştay Savcılığı görevlerini yaptı. 1981'de Danışma Meclisi Üyeliği'ne getirildi. 1983'de bu görevden istifa etti. 1983-1987'de mali müşavirlik yaptı. Ardından 4 dönem milletvekili seçildi. 1993'ten 1999'a kadar TBMM Başkan Vekilliği yaptı.

1966'da Danıştay sınavını kazanınca köyüne dönerek, ilkokuldan beri tanıdığı ve Tunceli Lisesi'nde beraber okuduğu Sevim Hanım'ı ailesinden istetti. Ama Sevim Hanım'ın ağa konumunda babası, artık Danıştay'da hakim çıkmış damadı bile kızına layık görmeyince, bu kez Ankara Solfasol köyünde öğretmenlik yapmakta olan Sevim Hanım, ağa babasına karşı çıkarak, Kamer Bey'in teklifini kabul etti. 1967 yılında evlendiler. Seçkin ve Seçil isimli iki çocukları oldu.

Danıştay'daki görevi 12 Eylül'ün ardından son bulan Genç, 1981 yılında Tunceli'den Danışma Meclisi Üyeliği'ne seçildi. Askerlere hep karşı çıksa da askerler sayesinde siyasi yaşama ilk adımını attı. Tunceli'nin asker kökenli valisi Hakkı Borataş'ın önerisi ile Danışma Meclisi üyesi oldu.

Aykırı bir karakter yapısına sahip olan Genç, Mehmet Ali Ağca'nın idam dosyası önüne gelince, 'Prensip olarak idama karşıyım' diyerek 'ret' oyu verdi. Paşalar tarafından uyarıldı ama o dinlemedi. 'Ret' diye üç kez ard arda bağırdı. Gergin geçen günün ardından akşam eve döndüğünde, eşi Sevim Hanım'ın bile, radyoda 'Ağca oylamasında 149 kabule karşılık bir ret oyu çıktı' anonsunu duyunca 'Hangi kafasız ret oyu verdi acaba?' diye sorduğu rivayet edilir. Kamer Bey biraz kızararak; 'Yahu hanım, ben verdim. Niye kızıyorsun. İnancımın gereğini yaptım.' diye cevap vermiştir.

Genç, bununla da yetinmedi ve 12 Eylül Anayasası'nın tümüne de 'hayır' oyu verdi. Nurettin Ersin Paşa üç kez Konsey'e, Genç'in Danışma Meclisi'nden çıkarılması önerisini götürdü ama gerçekleşmedi.

1983'te çok partili yaşama yeniden dönüşle birlikte Kamer Genç siyaseti sürdürme kararı alarak, Tunceli'den bağımsız milletvekili adayı olmaya karar verdi. Ama Danışma Meclisi'nde adaylığı veto edildi.

Üyelikten istifa etti ve soluğu yeni kurulan SODEP'te aldı. Parti Meclisi üyesi oldu. 1987 seçimleri öncesinde liste dışı kalınca, yeniden bağımsız aday olmaya karar verdi. Ancak, SHP'de yasal zorunluluk nedeni ile ön seçim yapılınca yeniden aday oldu ve birinci sıradan çıktı. Tunceli milletvekili olarak Meclis'e girdi. Turgut Özal'ı boy hedefi olarak belirledi. Ağır eleştirileri nedeniyle sık sık mahkemelik oldular.

1991'de yeniden seçildi. Erdal İnönü-Deniz Baykal çekişmelerinde hep İnönü'nün yanında yeraldı. SHP-CHP birleşmesinden sonra CHP'nin başına gelen Baykal, 1995 seçimlerinde Genç'i aday göstermeme kararı aldı. Genç ya siyaseti bırakacak ya da başka bir partide devam edecekti. Tunceli'ye giderek seçmenine sordu: 'Devam' yanıtını alınca DYP'ye geçmeye karar verdi.

Bu 'U dönüşü'ne şaşıranlara; 'O zaman Tansu Çiller'e fazla tepki yoktu. Tuncelili de bana DYP'yi işaret etti. Benim hâlâ sol geleneğim devam ediyor. DYP kitle partisi. İdeoloji partisi değil ki. Ben bu partinin sosyal demokrat bölümünü teşkil ediyorum. Amacım Tunceli halkına hizmet. Bu nedenle DYP'deyim. Ve DYP'yi içime sindirdim.' dedi.

Meclis Başkanvekilliği dönemlerinde Genç'in yönettiği oturumlar hep olaylı geçti. Hakaretlere, suratına fırlatılan bardaklara, kürsüye yürüyen kızgın vekillere rağmen tarzından hiç ödün vermedi. Hakkında peş peşe açılan davalar nedeniyle mahkeme salonlarını mesken tuttu.


Kamer Genç Meclis Tartışması


Aydın Öztürk



Albümler ;

- Cumartesi Anneleri/ Yıkık Duvarlar Gibi Kaldı Gözlerim 1998

- ÇABUK UNUTUYORUZ 1999

- SIZI 2000

- HAYDİ TOPLA YÜREĞİNİ 2002

- TUTKU YA DA AŞK 2004

- AYDIN ÖZTÜRK BESETELERİNİ SÖYLEDİLER 2005



Aydın Öztürk 1955 Tunceli (Dersim) doğumlu. Pertek’in Sağman Dersim(Yeni adıyla Ardıç) köyünden. Yaşamının ilk 10 yılı burada geçti. İlkokulun ilk 3 yılını köyde okudu.

Ekonomik nedenlerden kaynaklanan zorunlu göçler sebebiyle ailesiyle birlikte Elazığ’ayerleştiler.Fatih Mehmet İlkokulu’dan sonra Devrim Ortaokulu’nu bitirdi.Elazığ AtatürkLisesi’nden Mezun oldu. 1973-1974 döneminde Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletmeFakültesi’ne girdi.

Son sınıfa kadar okudu.Dönemin siyasal atmosferi nedeniyle,birçokarkadaşıyla birlikte 9 Eylül Ünüversitesi’ne geçişleri sağlandı.Ancak araya 12 Eylül süreci girdi ve okuldan atıldı.Politik nedenlerle yaklaşık 6 yıl İstanbul Selimiye,Alemdağ,Sultan-ahmet,Elazığ ve Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Tutukevlerinde kaldı. Nisan 88 de ErganiCezaevinden tahliye oldu.

Aslında Müzik ve Yazma serüveni çok eskilere dayanıyor olmasına rağmen,üretimlerininokurları ve dinleyenleriyle buluşması bu süreçten sonrasını kapsar.Cezaevinde çıktıktan sonra İstanbul’a yerleşti. Arkadaşlarının yanında sekreterlikten muhasebeciliğe kadar birçok işte çalıştı. 1994 ten sonra İstanbul’da yayın yapan Radyo Umut’ta (94.3) Programcılık ve Yayın Yönetmenliği yaptı.

Bu süreçten sonra ve halen İber Müzik’te Sanat Danışmanlığı görevini sürdürmektedir.


Kitaplarını adlarına gelince:

Yanardağ Sıcağında (şiir), Bilirim Dayanır Yürek (roman),Bir Sevgi Kırılmasıydı (şiir), Ağıtlara Yazıldı Zaman (şiir), Yıkık Duvarlar Gibi KaldıGözlerim (şiir), Anımsamanın Zaferi /Cumartesi Anneleri (şiir), Ezberletilmiş Yalnızlıklar/Derin Nehirler Gibi (denemeler ), Ölülerle Hatıra Fotoğrafı (şiir), Yağmur Yürekli Mektuplar (denemeler),Yürek Sapağı (lirik metinler), Yağmur Yüreklim (şiir),Afşar Timuçin’le Düşünceye Yolculuk (ortak kitap-radyo söyleşileri), Şehriban (şiir),Saklı Sevdiğim (şiir), Açılmamış Bir Mektuptu Zaman (şiir), Ne Çok Vedalaştık (şiir)

Albümleri:

Cumartesi Anneleri/Yıkık Duvarlar Gibi Kaldı Gözlerim(Devsan Müzik-şiir albümü), Çabuk Unutuyoruz, Sızı, Haydi Topla Yüreğini, Tutku Ya da Aşk.,Aydın Öztürk Bestelerini Söylediler. Bu 5 albüm de İber Müzik’ten çıktı.

Aydın Öztürk albümlerinin en belirgin özelliği söz ve müziklerin tümü kendisine ait. Kendi eserlerini yorumluyor. Bu bestelerin formu sorulduğunda: ‘Kentli insanların öykülerini ,yine bu insanların müzikal beğenileriyle kaynaştırıyorum. Bestelerime Kent Türküleri diyebilirim’


Aydın Öztürk’ü başarılı eserlere attığı imzasıyla tanıyoruz:Onur Akın’ın bestelediği Yağmur Yüreklim ve Geceyi Sana Yazdım çok sevildi.Sözler Aydın Öztürk İmzası taşıyor.

Yine söz ve müzikleri kendisine ait olan kendisinin de seslendirdiği ve Yavuz Bingöl’le zirveye çıkanYara Sağalır, Zifir Saçlarını Savur İçimde, Sele Verseydim milyonların dilinde. Edip Akbayram’la çok sevilen Yalan Oldu, Kıvırcık Ali’de Sen Kalbimin Direğisin, Canan Başkaya’da Gül Ek Yüreğine, Grup Çığ’da Aybükem… ilk akla gelenler.Aydın Öztürk’ün bestelenmiş şiirleri,sözleri ve ya kendisine ait söz,müziklerin sayısı 150 yi geçiyor
.


Aydın Öztürk - Sele Verseydim



Hakkı Bulut



İlk okul 5’e kadar doğduğu köyde, ortaokul 1. sınıfı Tunceli, ortaokul 2. sınıfı Mazgirt daha sonra Adana’ya göçtü ve ortaokul 3. sınıfı Ceyhan’da bitirdi. Adana Erkek Lisesi mezunu daha sonra dışardan Adana Öğretmen Okulunu bitirdi. Öğretmenliğe başladığı bu yıllarda babasının saz çalmasının etkisi ve müziğe küçük yaşta olan ilgisi sebebiyle müzikle de uğraştı. 1969 yılında Adana’da yapılan Altın Ses müsabakasında 1. olarak ilk plak çalışmasına başladı. İlk beste ve güftesi olan “İkimiz bir fidanız” isimli eserini okudu. Bu eseri 2 yıl sonra müsaade vererek bir çok sanatçının seslendirmesine olanak tanıdı. (örneğin: Tülay Özer, Kamuran Akkor)

Sanatçımız bu yıllarda yaptığı başta Ben Buyum, Falcı, Ben Köylüyüm, Dokunmayın Dünyama gibi eserlerle bugünkü arabesk müziğinin ilk temellerini 1969 yıllarında atanlardan biri olarak bu güne kadar 53 kaset, 800 eser, 6 Altın Plak, 1 Altın CD, Ben Tövbemi Geri Aldım, Son Mektup isimli Long Play çalışması ile Altın Long Play ödülünü aldı. 1988 yıllarında ise arabesk arabesk müzikteki bazı olumsuzlukları eleştirenler, Kültür Bakanlığınca ve ülkede yarattığı olumlu olumsuzlukları incelenmek amacı ile Kültür Bakanlığının tertiplediği kongrede konuşmacı olarak bulunan Hakkı Bulut’tan arabesk bir parça (örnek olması amacı ile) istendi. Sanatçı "Seven Kıskanır" isimli şarkısını bakanlığa sundu. Büyük beğeni ve ilgi gören bu eserle ilk kez TRT’nin kapıları resmi olarak Hakkı Bulut’a açıldı. Bu şarkı TRT ekranlarında halka ve A.K.M.’ de (Atatürk Kültür Merkezi) basına sunuldu.

Halk müziği motifleri üzerine temel kuran sanatçının müziği 37 yılda ne bir benzeri nede bir taklidi mümkün olmamış, ülkenin müziğinde bir ilk olarak çıkmış beste, güfte ve sesi ile devam etmektedir. Halkın büyük bir kesimi tarafından tanınsa da Anadolu’da öğretmenlik yaptığı yıllar ve İstanbul’dan uzakta kalışı nedeni ile kaset ve eserleri dinlenirken, medyadan hep uzak kalmanın sıkıntılarını da yaşamamış değildir. Bütün beste ve güfteleri kendisine ait olan sanatçı 10 sinema filminde de oynamıştır.


Hakkı Bulut Ben Buyum



Nesimi Çimen



Nesimi Çimen (d. 1931 - ö. 2 Temmuz 1993), Alevi Bektaşi halk ozanı.

Aslen Tunceli hozat'lı olan Nesimi Çimen 1931 yılında Adana'nın Saimbeyli ilçesinde doğdu. Daha sonra tüm ailesiyle birlikte Kayseri'nin Sarız ilçesine yerleşti ve bir köy ağasının yanında maraba olarak çalışmaya başladı. Ağanın kızı Dilber'e aşık olunca, birlikte Kayseri'den kaçıp Elbistan'ın Sevdili Köyü'ne yerleştiler.[1] Anadolu Aleviliği'nin yoğun yaşandığı bu bölgede uzun süre kaldıktan sonra İstanbul'a taşındı. İşçi olarak Almanya'ya gitmek için çabaladı, fakat nefes darlığı olduğu için başaramadı ve ailesiyle beraber Osmaniye'nin Kadirli ilçesine göç etti. Bu dönemde yazar Yaşar Kemal ile tanıştı ve onun da yardımıyla bir fabrikada işe başladı.

Greve çıkan işçilerin başına geçince işten altıldı ve ailesinin geçimini sağlamak için ozanlığa başladı. 1967 yılında Tunceli'de sergilenen bir Pir Sultan Abdal oyununda oynayan ve deyişler söyleyen Nesimi, salonda olay çıkınca gözaltına alındı ve bıyığının yarısı tek tek yolunmuş bir vaziyette serbest bırakıldı.[1] Ailesiyle birlikte Zeytinburnu'nda bir gecekonduya yerleşti. Evinde konaklayanlar arasında Yaşar Kemal, Atıf Yılmaz, İlhan Selçuk, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Harun Karadeniz, Yılmaz Güney, Mahzuni Şerif, İhsani, Emekçi ve Ali Özgentürk gibi isimler vardı.

Küçük yaşta türkü derlemeleri yapan Nesimi, topladığı folklor değerlerini radyo arşivlerine kazandırdı. Hatayi, Pir Sultan Abdal ve diğer usta ozanların nefeslerini söyleyerek kendisini tanıttı. Nefeslerini, türkülerini bağlama ile değil, göğsünde taşıdığı cura eşliğinde söyledi ve cura çalmada ün kazandı. Kendi yazdığı deyişlerini de okuyup söylemiştir.

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta, Madımak Oteli'nin yakıldığı ve 37 kişinin öldürüldüğü katliamda hayatını kaybetti. Cenazesi İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

Balet ve müzisyen Mazlum Çimen'in babasıdır
.


Nesimi Çimen - Bağışla Beni


Ceylan



25.06.1974 yılında İstanbul Fındakzade'de doğdu.Aslen Tunceli'lidir.

İlk sahne deneyimini daha yedi yaşında Almanya'da babası ile birlikte düğün salonlarında yaşadı.1983 yılında girdiği bir yarışmada ilk birinciliğini kazandı. 1984 yılında Türkiye'ye dönerek ilk kasetini çıkardı.İlk kasetleri arasında ‘Yaktı beni,Zalim,Ana kuşağı, Güneş yine doğacak albümleri vardır.''Seni sevmeyen ölsün'' kaseti bir milyon üç bin gibi bir rakama ulaşarak ülkemizde kırılması zor bir rekora ulaştı.

Bugüne kadar 28 kaset ve 15 sinema filmine imza atan Ceylan'ın aldığı bazı ödüller


1987 yılında Müzik Magazin
1988 yılında Kral TV
2000 yılında Kral TV
2000 yılında Magazin Gazetecileri
2001 yılında Magazin Gazetecileri


Ceylan - Ah Gönlüm



Zeynel Aba



Albümler ;

-DOST DILINDEN

-HASRET

-KIPRIYA

-YARIN BASKA OLACAK


Zeynel Aba Kimdir

Dersimin ,Pülümür kazası na baglı, karagöl köyü yani bir diğer adıyla (viranşehir ) de dogdum.Adımı her ne kadar önceleri ali ekber koymuşlarsada daha sonra deyiştirip Zeynel Abidin Aba koymuşlar, hz. Hüseyin belinden geldigimizden ötürü.İsim babam hınıslı bir dede ,Göbegimide Baba annemin en yakın arkadaşı Gülava teyze, evin bir bıçagı ile kesmiş.Daha doğmadan babam gurbete yani almanyaya, iki yaşında iken de annem istanbula gelmek zorunda kalmış.Baba annem ve üvey dedemle büyüdüm .

Köyümüz Dersimin en yüksek dağı olan Bağır dağının eteklerinde dir.Kışları çok sert iklimi olan zaman zaman 3 metre kar yağan 7 ay kış iklimi yaşayan bir bölge idi. Baba annem Çok güzel türkü okuyan şen şakrak bir kadındı ve deli cemo derlerdi ona.Köyün aynı zamanda Doktoru idi. Dogal ilaçlarla insanları iyleştirmeye çalışırdı. Küçüklügümde Köyümüzün en güzel ve kutsal sayılan Bağır dağına kivre olmuşum. Neden bir dağ ile kivre etmişler buda sanırım anadolu Aleviliginin, daha henüz gerçekten araştırılmamış bir yönü olduguna inanıyorum.

Dedelerim nazimiyenin kureyş köyünden Pülümüre göç etmişler, kendi taliplerinin yanına.Tam bir dede çocugu olarak yetişmemde baba annemin rolü çok idi. Zaman zaman köyümüzde hastalanan hayvanlara tuz okurdum .Köyümüzde herkes çocuk olmama ragmen saygı duyardı bana, çünkü bir dede çocuğu ve ehli beyite olan saygıların dan ve bağlılıklarından ötürü. Elim öpülmek istenir di ama ben çok karşı çıkardım el öpülmesine. Kurbanlar kesilince, duasını vermek için beni çağırırlardı.Kureyşin hüseyni kolundanım yani Hz. Hüseyin nin belinden gelmeyiz.Kureyş ailesinin en büyük leri bilinen dergahta olanlardır.

Ailem 38 dersim isyanında çok zulüm görmüş ailelerdendir. Ben hep geçmişimi baba annemden duyarak büdüm.Baba annem 1920 dogumlu idi ve o dönem olan bütün zulümleri yapılan katliamları her her gün anlatırdı.Büyüdük okul hayatamız başladı ilk okul 4 üncü sınıfa kadar köyümde okudum .



Zeynel Aba - Ak Güvercin



İntizar



Albümler ;

GELINCIK--1997- ferdifon müzik

GECE NEMI--2000-ferdifon müzik

GÖCEBE--2002-ferdifon müzik

ALDANIRIM--2003-erol köse

NAZAR BONCUGUM--2005-bogaz ici müzik

NAZAR BONCUGUM--2005 -(ihlambullar altinda)


Biyografi ;

İntizar 1974 yılında Tunceli'de dünya'ya geldi.Babası asker emeklisi Annesi ev hanımı ailesi şuan izmir'de ikamet etmekte çok modern görüşlü bir aile'ye sahip olduğunu söyleyen intizar ailesinin görüşlerine her zaman değer verdigini ve saygı duyduğunu söyledi.

Babasının görevi sebebiyle önce Muğla’ya ardından da İzmir’e yerleşiliyor. İzmir, İntizar’ın çocukluğunun ve gençliğinin çok önemli bir bölümünün geçtiği yer. Müzikle ilgili hatırladığı ilk şey, İzmir’den mahalle komşuları İbrahim Bey’in onu her görüşünde yanına çağırıp türkü söyletmek istemesi. Okulda da arkadaşları ve öğretmenleri...


SİBEL CAN KONSERİNDE KEŞFEDİLDİ


İntizar’ın kalabalıklar tarafından ilk fark edilişi, İzmir’de düzenlenen bir müzik yarışması. Jüride Melih Kibar ve Arif Sağ gibi önemli isimler var. İntizar, hem Türk Halk Müziği hem de pop müzik dalında birinci olur. Yarışmadan bir süre sonra İzmir’e İntizar’ın en sevdiği seslerden biri, Sibel Can gelir. İntizar’ın o konseri organize eden radyocu arkadaşları, kuliste Sibel Can’a ondan bahseder. Sibel Can da İntizar’ı merak eder ve sahneye çıkarır. İşte bu an İntizar’ın hayatının dönüm noktalarından biri olur.

Konseri izleyenler arasında bulunan Ahmet Selçuk İlkan ve Ferdi Tayfur, konser sonrası İntizar’la irtibata geçer, Ferdi Tayfur, İntizar’a, sesini çok beğendiğini ve ona albüm yapmak istediğini söyler.

İntizar’ın kendi söz ve müziklerinden oluşan ilk albümü Gelincik 1997’de Ferdi Tayfur’un müzik şirketi FerdiFon tarafından yayımlanır. Albüm 400 bin satışa ulaşır. İkinci albümü Gece Nemi 700 bin; Erol Köse’den çıkan üçüncü albümü Aldanırım ise 500 bin satar:


İntizar Sensiz Olamam


Abidin Biter



Albümler ;

) Ertelendim. 2006

) Türkü Gözlüm


Biyoğrafi ;

Abidin Biter Tunceli Ovacık doğumlu Müzik hayatının yanısıra beden egitimi ögretmenliği görevinide halen yapmakta.2006 yılının yaz ayında sanatçı Arzu Şahin'le mutu bir yuva kurdular.Dügünlerini Tuncelide yaptılar.Şimdiye kadar iki albüme imza attı. Bunlar ''Ertelendim'' ve ''Türkü Gözlüm'' albümleriydi.


Abidin & Türkü Gözlüm



Arzu Şahin Biter



Albümler ;

-Sus

-Düet

-Ayrılık

-Ceylanım


Biyografi ;

Aslen Tunceli hozatlı olan Arzu Şahin Biter 1978 yılında Erzincan'da dogdu.Çocukluğu İstanbulda geçti.Katıldıgı programlardan edinmiş olduğumuz izlenimlere göre çocuklugunu yaramaz şekilde gecirmiş. Arzu’nun kendini insanlara tanıtmasında en büyük faktor olan müzik yaşamına daha çocukluk yıllarında başladı. Arzu kültürümüzün ayrılmaz parçası olan bağlamaya küçüklükten beri ilgi duyar, dost ve akrabalarının ev ziyaretlerinde hep yerimi alır, kendimce türkülerimi söylerdim’’der.

İlerleyen zamanlarda müzik öğrenme merakı dahada artan Arzu, 4 yıl özel bir dershanede balğama ve saz dersleri alıp kendisini dahada geliştirdikten sonra 1999 yılında ceylanım adlı ilk albümünü çıkarttı. Albümde ilk olarak ceylanım türküsüne klip cekildi. Albümdeki 2.klip ise söz ve müziği Hüseyin Karakuşa ait olan yaralı ceylan’a çekildi. Yaralı Ceylan türküsü Arzu için bir Çıkış noktası oldu. İnsanlar tarafından çok beğenilen bu eser Arzu ile özdeş bir hale geldi. Sevenleri tarafından 'Yaralı Ceylan Arzu'diye ifade edilmeye başlandı.
(hatta o sıralarda bir Arzu albümü isteyen dinleyici; Yaralı Ceylan Arzuyu mu istiyorsunuz? Sorusuyla sıkça karşılaşmaktaydı).

Arzu ilk albümünü cıkardıktan sonra 3 yıllık bir ara verdi. Fakat bu 3 yıl içerisinde boş durmayan kendini hem fiziki hemde ses ve yorum olarak geliştiren Arzu, sevenleri’nin karşısına ayrılık adını verdigi 2.albümüyle cıktı. Albümde ilk klip gidemem adlı esere çekildi. Gidemem, tam anlamıyla patlama yaptı. Müzik listelerinde en ust sıralarda yer aldı. Yaralı Ceylan ile kendisini hissettiren Arzu gidemem ile kendini kabul ettirip saygınlıgını artırdı. Ayrılık albümü Arzu’nun da kendi deyimiyle bir dönüm noktası oldu. Kendini müzik piyasdasında kabul ettiren Arzu için başarılarda ardı ardına gelmeye basladı. Flash tv de kendisi gibi halk müzigi sanatcısı olan ve 2. Albümünde katkısı çok büyük olan Kıvırcık Ali ile bir cift turna adlı programını beraber sunmaya başladılar. Program oldukca begeni kazandı ve türkü sevdalıları’nın vazgecemeyecegi programlardan biri haline geldi. Bu ikili’nin yaptıgı program basın ve medyada da kendine bolca yer buldu. Tv eleştirmenlerinden ve köşe yazarlarından çok güzel eleştiriler alan, tavsiye edilen program haline geldi. diğer yandan Arzu & Kıvırcık Ali de bu program aracılıgıyla dinleyici kitlelerini artırdılar. Arzu ve Kıvırcık Ali’nin birbirlerine olan uyumları halk içinde cok begenildi. Önce tv ve radyo programlarına beraber katılan bu ikili halkın büyük begenisini kazanınca vede türkü severlerin yapmış oldugu yogun ısrarlar neticesinde 2003 senesinde bir duet kasedi çıkardılar 'gözlerin kirpiklerle buluştuğu gibi’’
Halk zaten merakla bekldigi bu duet çalışmasına yogun bir ilgi gösterdi. Albümde yaşamdan ölume adlı esere kip ceken Arzu & Kıvırcık Ali artık türkü severlerin kalblerinde taht kurdu. Fakat bunların ardından önce bu ikili’nin yaptıkları program sona erdi sonrasında önce Kıvırcık Ali sonra da Arzu kendi solo albumlerini çıkarma yoluna gidince ikli’nin dağılldıgı anlaşılmış oldu. Ancak bu ikli’nin tekrar kased çıkarması hala arzu edilmekte...

Arzu 2004 de cok saygıdeger bir çalışma olan Pir Sultan Dostları albümünde yer aldı. Ali Ekber Çicek (r.a), Güler Duman, Yusuf Hayaloğlu, Kıvırcık Ali gibi önemli sanatcılarla beraber yer alan Arzu, Albümde dostum dostum adlı Pir Sultan Abdal Türküsünü seslendirdi. Bu Çalışma o sıralar piyasada epey ses getirdi.

Arzu bundan bir yıl sonra, yine 3 yıllık bir aradan sonra 3.albumu sus’u çıkardı. Bu durum uzun suredir sabırsızlıkla Arzu dan yeni bir albüm bekleyen Arzu hayranlarınıda çok mutlu etti. Albumde ilk klip Kömürgözlüm Türküsüne çekildi. Klipte kardeşi Volkan Şahinle beraber rol alan arzu, klipte uyusturucu tehlikesine dikkat çeken bir tema isledi. Kömürgözlüm gereken basarıyı yakaladı özellikle radyolarda encok istenen eserlerden biri haline geldi. Uzun bir süre sonrada 2.klip sözü nimri dede ye müzigi Arif Saga ait olan insan olmaya geldim’e çekildi. Bu klip ayrıca kendi nacizane fikrime göre, Arzu’nun kendi sahne performansının da nasıl oldugunu da izleyicilere tam manasıyla yansıttığı bir klip oldu. Arzu abla tüm bunca seyin arkasına birde evlilik ekledi. Kendisi gibi halk müziği sanatçısı olan Abidin Biterle 20 Eylül 2006 da evlendi. Ablamıza ömur boyu mutluluklar diliyoruz…

Arzu son olarak da 2006 ekim ayında yine değerli sanatçıların yer aldıgı bir Aydın Öztürk çalışaması olan Aydın Öztürk bestelerini söylediler albümünde yer aldı Arzu albümde gözyaşların diner, keske bu olmasaydı, adlı eserleri seslendirdi.


Arzu & Kivrem


Hasan Saglam



Albümler;

Vengdais (sesleniş)tamamı kırmancki eserlerden oluşan albüm 2001 yılında çıktı.


Hasan Sağlam 1972 Tunceli Ovacık Çambulak Köyü doğumludur. İlk albümü 2001 yılında çıkmıştır (Vengdais) Tamamı kırmançki (zazaki) olan albüm 13 eserden oluşmaktadır. 9 eserin söz ve müziği kendisine, 1 eser Dersimli Baba, 4 eser anonim Dersim ezgilerinden oluşmaktadır.

2003 yılında çıkan Dersim çığlığı adlı konser albümüne 2 eseriyle katıldı. 2004 yılında ilk şiir kitabı DERSİM SENİ NEREMDE SAKLAYAYIM adıyla ceylan yayınlarından okuyucularıyla buluştu. İkinci baskıya hazırlanan kitap türkçe şiirlerden oluşmaktadır. Şuan tamamlanmış yeni albüm çalışması kırmancki, kırdaşki ve türkçe eserlerden oluşmaktadır.

Albüm içerisinde yer alan sözü ve müziği kendisine ait olan KİRVEM adlı esere klip çekilmiştir. Klip 2006 mart ayından itibaren yayımlanacaktır. Yeni albümün çıkış tarihi henüz belli değil.



Hasan Saglam Kirvem


Seher Dilovan



Albümler ;

-Cemre

-Seni Bulana Kadar

-Sabret Gönül

-Seher Yeli

-Vur Eller Oynasın

-Ayvacı


Biyografi ;

Tunceli'li Mazgirt'li bir ailenin iki kızından biri olarak ankara'da dünyaya gelen seher dilovan altı ay süreyle ankara radyosu gençlik korosu'nda stajyer olarak yer aldı. gazi üniversitesi tarih bölümü'nü bitiren seher dilovan ilk albümü "ayvacı" yı 1992 yılında çıkardı. daha sonra sırasıyla "vur eller oynasın", "seher yeli", "sabret gönül" ve "türkülerle yeniden" adlı albümlerini çıkardı.

seher dilovan son çalışmasını prestij müzik etiketiyle çıkardı. albümünde türkiye'nin çeşitli yörelerinden derlenmiş parçalara ağırlık veren sanatçı türk halk müziği'nin müzik kültürümüzün yüz akı olduğu görüşünü taşıyor.

Seher dilovan, "türkülerimizin özünü, bozmadan, otantik yapısına ihanet etmeden geleceğe taşımak ve gençlerimizin sevmesini sağlamak bizim görevimiz"şeklinde konuşuyor



Seher Dilovan & Fırat Kenarında


Mazlum Çimen



Albümler ;

- Buluşmalar 2006

- Feryadı İsyanım 2002

- Çimen sesleri 2001

- Çimen Türküleri 1995

- Mem u zin / Orjinal ilm Müzigi 1994


Aslen Tunceli Hozat'lı olan Mazlum çimen Maraş'ın elbistan kazasında 1958'de doğmuştur..Çocukluk yıllarını maraş ve daha sonra göç ettikleri adana'da geçirmiştir...Devlet Konservatuarı keman bölümüne girdi. Dört yıl keman eğitiminden sonra aynı okulun bale bölümüne geçti. Bu bölümden 1980-1981' de mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Devlet opera ve Balesi'nde bale sanatçısı olarak görev aldı ve halen aynı kısımda bale sanatçılığına devam etmektedir.

Müzikal çalışmaları arasında şu çalışmalar yer almaktadır:

Film müzikleri olarak;Aysarı'nın Zilleri, Nazım Hikmet Belgeseli, 68'den 6 Mayıs'a,Anatolia,Belçika,Fransa ve İsveç televizyonlarında belgesel ve jenerik müzikleri,Mem û Zin, Soğuk Geceler, Işıklar Sönmesin.

Bunların arasında Soğuk Geceler'le Antalya'da1995 Altın Portakal ve Adana'da aynı yıl aynı film müziği ile Altın Koza ödüllerini aldı. Mem û Zin'le Almanya Genç Akademisyenler Ödülü'nü, İsviçre'de Halk Jürisi Özendirme Ödülü'nü aldı
.


Mazlum Cimen -Basimin Belası



Devrim Kaya



DEVRİM KAYA KİMDİR?


1975 Elazığ doğumluyum. Aslen Tunceli Hozat'lıyım.
Ailem Elazığ'dan ayrıldığında ben daha iki aylıkmışım.
8 yaşına kadar babamın işi dolayısıyle Kırklareli'de yaşadım.
Ana sınıfını ve ilk okul biri Kırklareli'de okuduktan sonra ailemle İstanbul'a, Avcılar semtine yerleştik.
İlk orta ve liseyi Avcılar'da okudum.
Ortaokuldaki müzik hocam benim çok yetenekli olduğumu ve konservatuara gitmem gerektiğini söylerdi bana.
Tabi ben konservatuarın ne olduğunu üniversiteye hazırlandığım yıl apartmanımıza taşınan ve konservatuarda öğrenim gören Ülkü arkadaşımdan öğrendim.
O da beni dinlediğinde mutlaka konservatuara gitmelisin dedi ve bana sınavlarda neler sorulacağını, ne yapmam gerektiğini söyledi.

1994 senesinde İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümünü 1.likle kazandım.
Herşey gayet güzeldi, yeni türküler öğreniyor, ses eğitimi alıyor, bağlama öğreniyordum.
Aynı sene İstanbul TRT radyosu amatör ses yarışmasında 2. oldum; ve TRT'de akitli olarak çalışmaya başladım.
Benim girdiğim yıl okul 5 yıldı. Yani hazırlık dönemi de vardı.
Hazırlığı başarıyla geçtikten sonra birinci sınıfta eğitimimin yanında sahne deneyimi de kazanmak için istanbulda o dönem yeni yeni açılmakta olan halk müziği barlarında çalışmaya başladım.
Ama bu iş benim halk müziğine olan tutkumu bozdu açıkcası.
Bu piyasada birşeyler yapabilmek kolay değildi. Hele de benim gibi biri için daha da zordu.
Ben o dönem halk müziği benim işim değil hobim olmalı dedim.
Okulu da radyoyu da bıraktım. Ama halk müziği beni bırakmadı. 2000 senesinde çıkan öğrenci affıyla okuluma geri döndüm.

Karar vermiştim bu piyasada sanatçı olabilmek için değil, öğretmen olabilmek için okulu bitirecektim.
2004 senesinde de okulumdan başarı ile mezun oldum.
Tam yüksek lisans yapma planları kuruyordumki , televizyonda anadolu ateşi bu toprağın sesini arıyor reklamını gördüm.

Arif hocamın adını duymam yarışmaya girme kararını vermemi sağladı.
Tabi bu konuda eşimin ve ailemin desteğini de belirtmek isterim.
Eşim Murat'la 1996 senesinde tanıştık. İlişkimizin daha ilk ayında evlilik kararı almıştık. Ama evlenebilmek için şartlarımızın oluşmasını bekledik.
Tabi yaşadığımız ülkede bu şartlar eğer ailenin de durumu çok iyi değilse hemen olmuyor. 6 sene sonra 2002 senesinde evlendik; Ve çok mutlu bir evliliğimiz var.

Şimdi çok mutluyum. Çünkü yarışma sayesinde halk müziği benim hem mesleğim, hemde hobim oldu.
Yapmak istediklerimi yapabilmem için önüme çıkabilecek çoğu engeli ortadan kaldırdı.
Artık halk müziği ve kendi adıma çok daha güzel şeyler yapabileceğime inanıyorum.

"İnsanlar başaklara benzer.
İçleri boşken başları havadadır; doldukça eğilir."

Benim de tek amacım kendimi halk müziğiyle doldurmaktır.
Saygılarımla

DEVRİM KAYA


Devrim Kaya & Yesil Kurbagalar


Taylan Özgür Ölmez



Albümler

- Nihayet


Biyografi ;

03.10.1979 da Tunceli'nin Ovacık İlçesinde doğdu. İlkokulu burada bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek üzere İstanbul'a geldi. Ortaokul ve lise öğrenimini burada tamamladı. Kendinde küçük yaşlardan itibaren keşfettiği müzik yeteneğini lise yıllarında Asm müzik okulunda bağlama eğitimi alarak geliştirmeye başladı.

1995 yılında arkadaşlarıyla birlikte bir müzik grubu kurarak ( Grup Özgür Deniz) Beyoğlu'nda türkü barlarda sahne almaya başladı.2002 yılında Akademi İstanbul ve 2004 yılında Pera Güzel Sanatlar Akademisinde 3 yıl süren oyunculuk ve sinema atölyesinde eğitim aldı.

" Simbiyotik ve Uçak " isimli henüz tamamlanmamış 2 sinema filminde rol aldı. 2007'de dört yıl üzerinde uğraştığı ilk solo albümü Nihayet'i çıkardı. Güçlü yorumculuğu ve muzip kişiliği ile çevresi tarafından çok sevilen Taylan Özgür Ölmez gönül verdiği Türk Halk Müziği'nin Türkiye'de ve Dünya'da daha geniş kitlelerce dinlenilmesi amacını gerçekleştirmek adına müzik çalışmalarını son hızla devam ettirmektedir.


Taylan Özgür Ölmez & Munzur Baba


Ali Asker



Albümler

- Zordur 2004

- Dön gel gardaş 2004

- Rüzgarla Bir 1999

- Bahçemsin 1997

- Oy daglar 1995

- Sürgün



Biyografi ;

12 eylül'ün getirdiği baskılar sonucu yurtdışına çıkmak zorunda kalan ali asker, 1954 yılında 12 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak tunceli'nin hozat ilçesinde doğdu. saz çalan babası ve türkü söyleyen annesinin etkisiyle, küçük yaşta saz çalmaya başladı. 1967 yılında ailesi ile birlikte elazığ'a taşınan asker, babasının kahvehanesinde çalışmaya başladı.

1967-69 yılları arasında elazığ halk eğitim merkezi'nde türkü söylemeye başlayan ali asker, ünlü halk ozanı aşık mahsuni ile birlikte turneye çıktı. anadolu turnesinin ardından ankara'ya giden ali asker, ilk öğrenci yürüyüşlerini burada gördü. sonraki yıllarda kendi söylemleri ile, yürüyen öğrencilerin söylemleri örtüşecek ve ali asker onların gürleyen sesi olacaktı.

siyasi görüşleri nedeniyle (bkz: tunceli)'de birçok defa gözaltına alınan ve kısa sürelerle cezaevlerinde yatan ali asker, son olarak 9 eylül 1980'de serbest bırakıldı. ama üç gün sonra (bkz: 12 eylül darbesi) olduğunda baskılar arttı. 1981 yılında tekrar yakalanarak 2,5 yıl cezaevinde yatan ali asker, serbest kaldıktan sonra 1984 yılında almanya'ya gitti.

1987 yılında evlenen ali asker'in 16 yaşında şafak isimli bir kızı ile 5 yaşında doğuş adında bir oğlu bulunuyor.ve bir röportajında `yeni çalışmalarınızda bir değişiklik görecekmiyiz?` sorusuna "herhangi bir değişiklik yok. bugünden bir sonrasını söylemeye çalışıyorum. değişiklik, kendine devrimciyim, demokratım ve sorumluyum diyen insanların kendi sorunlarına sahip çıkmasından geçer. ben bu değişimi bekliyorum. halen de o değişim sağlanamadı.cesaretli olsunlar. cesur olsunlar. çünkü biz hırsız değiliz. soyguncu değiliz. mafya değiliz. yeni çalışmalarım dünya halklarının kardeşliği içindir. savaşlar olmasın, insanlar aç kalmasın, insanlar barış içinde yaşasınlar.

Biz de barış içinde bir ağaç, bir çiçek dikelim diyoruz. söylediğim türkülerin içinde umut var. benim türkülerimde karamsarlığa yer yok. " diye cevap verecek kadar yüreğini ve bilincini ve ezgilerini diri tutmayı başarabilmiş devrimci sanatçı.


Ali Asker & Oy Daglar


Yeninur ada



Albümler ;

-Kuşlar Gibiyim


Elazığ’da doğdu. Aslen Tuncelili. İlk, orta ve liseyi Elazığ’da tamamladı. Bu yıllarda aynı zamanda Elazığ Musıki Cemiyeti’nde bağlama dersleri aldı. 1993 yılında Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü’ne girdi.

Burada iki yıl okuduktan sonra eğitimine ara verdi. İstanbul'a gelerek ilk albümü "Turnalar"ı çıkardı. Bir süre sonra aynı okula devam etti ve eğitimini 2000 yılında tamamladı. Halen bir devlet okulunda müzik eğitimi veriyor.


Yeninur Ada & Etek Sarı Sen Etekten Sarısan



Yusuf Hayaloğlu



Albümler ;

- Ah Ulan Rıza

- Bir Acayip Adam



Yusuf Hayaloğlu’ndan bahsediyoruz. Onlarca sanatçının okuduğu Dağlarda kar olsaydım yada İbrahim Tatlıses’in meşhur Nankör kedi gibi türkülerinin yaratıcısı.. Veya Yorgun Demokratın, Nazlıcan ve Bedirhanın, Hani benim gençliğimin, Bir acayip adamın ve yüzlercesinin şairi... Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları yazıyor. Yusuf Hayaloğlu, hayata bakışını, neden bu kadar beklediğini, şiirlerinin arkasındaki bilinmeyen dünyasını İMEDYA’ya anlattı.

Pazar günü ikindi vakti Cihangir’de bir apartmanın giriş katındaki küçük dairesinin kapısını çaldığımızda, tatlı gülümsemesiyle karşıladı bizi. Tek başınaydı. Ne bir koruması, nede menejeri vardı yanında. Önce vakti geldiği için arka taraftaki şirin bahçesini suladı, sonra soğuk bir şeyler ikram etti, ardından marlborosunu yaktı ve başladık sohbete.

17-18 yaşlarına kadar amaçsız ve bir o kadar haşarı geçen gençliğini anlattı önce. Kendisini hiç inşa etmemiş bir insandı. Ardından gelen yoğun bir araştırma öğrenme dönemi.. Ama ne araştırma.. Kur’an’dan Marksizm’e, Maosizm’e, Budizm’den Freud’a kadar bütün felsefeler ve dogmalar.. Kendime bir iç şemşiye aradım. Bunu buluncaya kadar hiçbir örgüte, partiye, derneğe girmedim. diyor Yusuf Hayaloğlu:

Bütün bu felsefelerin hayatı tam açıklamadığını ve zorlandığını gördüm. Teori, pratiği belirlemeye çalışıyordu ama pratik buna direniyordu. Bunun nedenini araştırdım ve doğanın şaşmaz dengesinde, kusursuzluğunda buldum. Doğaya aykırı hiçbirşey mümkün değil. Değiştirmek mümkün değil. Pratikte ne ise onu anlamalısın. Onu zorlayarak değiştiremezsin. Onu, o pratiğin içindeyken değiştirebilirsin. Dışardan ahkam keserek değiştiremezsin. Birden iç şemsiyeyi buldum ve natüralist olmaya karar verdim.

İşte bugünkü Yusuf’u böyle yakalamış: Şu anda bir uçaktan dünyayı seyreder gibiyim. Ordan tel örgüler gözükmüyor. Yukardan baktığın zaman, dev bir coğrafya.. İnsanlar karınca sürüsü gibi, evler kibrit kutusu gibi. Ayrılıkların anlamı olmadığını gördüm. Hepimiz doğanın parçasıyız. Olabildiğince sevmek, iyi yaşamak, ahlaklı, erdemli olmak lazım.

Yusuf Hayaloğlu bir buçuk sene önce ilk şiir albümü ‘Ah Ulan Rıza’yı çıkardı. Ardından geçtiğimiz günlerde ikincisi geldi, Bir Acayip Adam:

Hayaloğlu, ilk albümün dinleyicilere biraz ağır geldiğini, şimdi ise daha basit, anlaşılır şiirler seçtiğini söylüyor. Türkiye’de sadece kendisine mahsus özelliği ise kendi şiirlerini okuması, onlara besteler yapması. Yani herşeyiyle kendine ait, bir anlamda ‘Sesli kitap’..

Ama sırada yazılı kitap da var. Şimdiye kadar hiç kitabı olmamış. Artık zamanı geldi diyor. Neden? sorusuna şu ilginç ve bir o kadar düşündürücü cevabı veriyor:

Albümü yapmaya zorlayan koşullar şöyle gelişti. Ben kendi karımı düşündüm. Onun için geç kaldı. Materyalist anlamda değil. Mantığım şu: ‘Benim emeğim para etmeyecek kadar basitse, o zaman sende benim kasetimi yapma.’ Bu bedel yükseldi, tatmin edici bir noktaya gelince, ‘tamam’ dedim. Kitapta da aynısını yapıyorum. Şiir kasetinde Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yüksek şiir telifini alan insanım. 125 bin dolar aldım 9 şiir için.. Tek şiir 13-14 bin dolar yapıyor. Bu bir övünme değil. Bu şu demek: Bir şeyin değeri bedeliyle menkuldür. Sen bir şeye çok büyük değer biçebilirsin ama bakalım o parayı veren var mı? Şimdi onu kanıtladım ben. Benim şiirimin kaç para ettiğini kanıtladım . Aynı şeyi kitapta da yapıyorum. Ve Türkiye’de gelmiş geçmiş, ölmüş veya yaşayan insanların alıp alacağı en yüksek telifi iki üç puan yüksek alıyorum. Bu yakında da çıkacak.

Yusuf Hayaloğlu kendi deyimiyle halk şiiri yapıyor. İşte ilk albümüne isim veren ‘Ah Ulan Rıza’dan bir pasaj:

Neden hala gelmedi
Yoksa saatimi şaşırdı bu hıyar
Gerçi hiç saati olmadı ama en azından birine sorar
Cebimde bir lira desen yok
Madara olduk meyhaneye
Ah eşek kafam benim
Nasıl da güvendim bu hergeleye
Gelse balığa çıkacaktık
Ne çekersek kızartıp
Bir kilo rakıyla yutacaktık.
Bu sandalı geçen hafta çalıntıdan düşürdük
Arkadaşlar ısrar etti
Biz de iyi olur bize uyar diye düşündük.
...

Böyle devam edip giden ve Hayaloğlu’nun yorumuyla insanın tüylerini diken diken eden bir şiir ‘Ah Ulan Rıza’...

Halk şiirini şöyle savunuyor şair:

Halk şiiri yapmanın zararı yok. Ne diyorlarsa desinler. Ben halkı seviyorum. Yani natürel, avam yaşamayı seviyorum. Kültürüm de bu, sokaktan gelmeyim. Bunu da inkar etmiyorum. Zamanında kolej muadili okudum, akademi okudum, batı kültürü okudum, Şekspir, Marks okudum. Yani sonuçta hiçbirşey değil, hiçbiryere varamıyorsun. Yani gelip geleceğin nokta bir kara toprak derler ya. Neticede halkın denizine giriyorsun. O denize girdiğin zamanda tertemiz oluyorsun, mis gibi oluyorsun. Bunda ne zarar var. Başta biraz zorlayarak oldu. Şimdi tamamen hazmettim. Geldiğim yere geri döndüm. Ordan gelmiştim. Başka yere uçtuk, bir marifetmiş gibi. Sanatçılara da onu tavsiye diyorum. Şatolarından çıksınlar. Kozalarından çıksınlar. Halkın içine karışsınlar. İki tane entel barda oturup kendi kendilerine sanat yapıyorlar. Kendi kendilerine şiir okuyor, kendi kendilerine ödül veriyorlar. Kendi kendilerine dergi çıkartıyorlar. Kitap çıkarıyorlar. 1500 tane basıyorlar, onu da eşe dosta hediye ediyorlar. Gelsinler halkın denizinde yıkansınlar, arınsınlar biraz.

Yusuf Hayaloğlu bu konuda çok dolu. Mesele ‘türkü’ye geliyor:

Türkü hayatın bizatihi kendisi. Halkın kendisini ifade ettiği sözlü müzikli bir durum. Bazı TV kanallarında türkü yasak. RTÜK’ten dolayı sabahın 5’ine koyuyorlar. Gazete çıkarıyorsun, halkın kültürüyle alakası yok. Sanat sayfası yapıyorsun. Tam sayfa caz. Tam sayfa bilmem ne. Bunların ne alakası var bizim kültürümüzle. Ondan sonrada ‘niye halk okumuyor’ diye soruyorlar. Halk yok ki yayınlarda. Türkü dinlemeyen halkı bilemez. Türkü bin yıllardır var, ortaasyadan akıp geliyor. Nerelerde konaklamış. Nereleri dolaşmış ve gelmiş Anadolu’nun bağrında akıyor. Sen bu ırmağı görmezden geldiğin zaman, zaten hiçbir yerini kavrayamazsın. Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları seviyorum. Onlar bana hoş geliyor. Halin vaktin yerinde hiçbir problemin yok, neyini yazacağım ben senin yani. İyi durumdaki bir adamın, herşey çok güzel demesinden sıkılıyorum. Sanatçının ekmeği burada, hayatın çelişkilerinden mağduriyetlerinden çıkar.

Hayaloğlu halkın içinde olunca, bir o kadarda siyaset ve ekonomiyle ilgili. Ve yaptığı şu yorum bugünkü sosyal bunalıma felsefik bir pencere açıyor:


Çok çalkantılı dönemler yaşadım, ekonomik yönden... Ama halkı bu kadar umutsuz, mutsuz hiç görmemiştim. Yarına dair hiçbir umut kalmamış. Bu, en büyük uçurum, en büyük reaksiyon... Nasıl sosyal bir patlama olmuyor inanamıyorum. Bu korkunç bir tevekkül, korkunç bir sabır. Allah sabır versin. Ama insanlar artık akıllandı. Vatan, millet nutukları ekonomiyi açıklamıyor. Halk, Sen bunları derken benim cebimdekini götüyorsan, lanet olsun diyor. Halk bunu görmüş artık. Herkesin elinin kendi cebinde olduğunu görmüş. Komünizm niye çöktü? Herşeyin devletin olmasından ve devletin içinde devletten palazlanan insanlardan dolayı çöktü. İnsan mutsuzsa hiçbir ideoloji onu etkilemez. Bir çocuğun karnı açsa sen ona dünyanın en güzel masalını da anlatsan o çocuk ağlar. Karnı tok olan, masallar arasında tercih yapar. Çocuğun karnı aç. Halkın karnı aç, ne masal anlatırsan anlat. O yüzden halk tercihlerini de ideolojik olarak yapmıyor. Halk kimde ekmek olacağını sanıyorsa ona sarılıyor. Ama denize düşen yılana sarılır.

Hayaloğlu ile sohbet çok tatlı, çok uzun.. Ve buraya sadece küçük bir bölümünü alabildik. İki saatten fazla kaldığmıız o küçük, şirin dairesinden bir daha görüşmek üzere, fakat bu defa diğer kaseti beklemeden buluşmak üzere ayrılıyoruz.


Yusuf Hayaloğlu & Ah ulan Rıza

 
 

WWW.GELİNCİK-KUPİK.TR.GG


 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol